DAR DAR ZANGA ZANGA LİBYA bölüm 2
‘Mahkeme’ şimdiki adıyla ‘Hürriyet’ olan meydandan ‘Katiba’ya’gitmek için ayrılıyoruz. ‘Katiba’ kaddafi’nin binlerce metre kare alan üzerine kurduğu bir karağah. Etrafı dev duvarlar ile çevrili olan bu askeri merkezşehrin kuzeyi ile güneyini’ ikiye ayırıyor, içerisinde cephanelikler ve hapishaneler mevcut. Yeraltına yapılan sorgu merkezleri ‘Katiba’nın neden yüksek duvarlar ardında kurulduğunun ispatı gibi. Askeri karargah barışçıl gösterilerin silahlı çatışmaya dönüştüğü nokta aynı zamanda. Kaddafi’nin Bingazi’de ki bu kalesinin ele geçirilme öyküsü ise ilginç. Daha sonra tanışacağım Halit isimli Libyalı o geceyi göz yaşları içerisinde anlatmıştı.Bir narkotik polisi olan Halit ilk başlarda gösterilere katılmamış ancak paralıaskerlerin kentte katliama başlaması ve 9 yaşındaki yeğeninin öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuş. Halit çöl ortasında bir sohbetimizde o geceyişöyle özetlemişti. ‘Yeğeninin bir uçak savar mermisi ile öldürüldüğünü duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Olayı arkadaşlarıma anlattım 3-5 arkadaş bir araya gelip polis istasyonundan silahlarımızı aldık ve ‘Katiba önünde kaddafi askerlerine ateş açtık sayımız ilk başlarda çok azdı ancak sonraları yüzlerce insan yanımızda toplanmaya başladı. Hiç birinde silah yoktu sadece taşatıyorlar ve şehri, paralı askerlere teslim etmeyeceklerini ispatlar gibi kurşunların önüne atlıyorlardı. Başlattığımız bu mücadeleyi tamamlayacağımıza inanmıyordum ki bir patlama duydum. Karargahın girişi bir araç ile havaya uçurulmuştu yüzlerce insan açılan kapıdan içeriye akın ediyordu. Sanki bir meydan savaşı vardı farklı noktalara mevzilenmiş askerler korkudan silahlarınıbırakıp kaçmaya başlamıştı ve bu halkın ilk zaferi olmuştu. Sonraları bombalısaldırıyı gerçekleştirenin arkadaşım olduğunu öğrendim. Karakoldan aldığıpatlayıcıları aracına doldurmuş ve bizim zafere ulaşmamız için kendini feda etmişti.’’
Katiba’yı ilk gezişimde Halit’in anlattıklarını daha bilmiyordum ancak içerde gördüğüm manzara Bingazi ele geçirilmeden önce en büyük çatışmaların burada yaşandığını ispatlıyordu. Yıkık duvarlar, yanmış araçlar birçok insanın hayatını kaybettiğini gösteriyordu. Katiba’nın ele geçirilmesi devrimin ilk silahlarını kazanmasında da büyük rol oynamış içerde bulunan cephanelikler yağmalanmış ve halka silah dağıtılmaya başlanmış. Kaddafi ordusundan kopan subayların öncülüğü ile Milislerin organize edilmesiyle Bingazi’de oluşturulan küçük birlikler bir sonraki şehre yollanmış. Katiba’yi farklı kılan bir baksa şey ise bingazi haklinin şehirlerinin ortasında bulunan bu dev komplekse ilk kez giriyor olmalarıydı. Bizim gittiğimiz günlerde, Kaddafi’nin evininde bulunduğu Katiba bir mesire yerinden farksızdı aileler çocuk çoluk bu karargaha geliyor her binayı ve odayı tek tek geziyordu en çok dikkat çeken bolum ise tutukluların koyulduğu ve yer altına inşa edilmişsığınaklardı bu sığınakları bizde hayretler içerisinde gezdik. Yerin 3-4 metre altında 2-3 kişinin sığabileceği büyüklükte odalar vardı ve çelik kapılar ile korunuyordu. O gün Katiba’da konuştuğumuz Libyalılar Karargâh ele geçirildiğinde yüzlerce tutuklunun bu sığınaklardan kurtarıldığını iddia etti. Söylediklerine göre aralarında 4-5 senedir kayıp olan insanlarda varmış.Katiba’nın ilerde bir müze olabileceği düşüncesi ile karargahtan ayrılıp şehrin diğer bölgelerini de gezmek istiyorum ancak açıkçası Bingazi’de şehir merkezi dışında pek fazla çatışma izi görmek mümkün değil. Geniş bir alana yayılan ve Anadolunun orta büyüklükteki şehirlerini hatırlatan Bingazi, devrimin başlangıç noktası olsa da ağır silahların kullanıldığı çok büyük çatışmalara sahne olmadı. Daha öncede bahsettiğim gibi hareketliliğin en fazla olduğu yer özgürlük meydanıydı özellikle şehrin kenar mahalleleri tamamen devrim görümünden uzaktı. Dikkat çeken, sokak aralarındaki silahli insanlardı bazen sevinçen bazende hevesten sı sık havaya ates açıyor marşlar söylüyordu hatta mahalle arasında meraktan dinamit patlatan gençlere bile tanık olmuştuk. Halkın büyük bir kısmı için devrim kurtuluş anlamına gelsede bir kısım insanlar ülkede yaşanan karışıklığı bir oyuna çevirmişti. Açıkcasi kameralara konuşup , Kaddafi'ye tehtitler savuranlarda bu ayak takımıydı. Hiç cepheye gitmeselerde saatlerce kahramanlıklarını anlatabilirlerdi. Oysa onlar karışıklığın başladığı ilk günlerde ülkedeki yabancıları hedef almış, tesisleri yağmalamış ve dünya kamuoyunda Bingazi hiç güvenli degil izlenimi yaratmışlardı. Devrimin ilk günlerinde Türk firmalarini yağmalayanlarda bu insanlardı onlar ülkenin menfatinden çok kendi çıkarları için devrimi savunuyorlardı ve kaos ortamının uzun sürmesinden nemalaniyorlardı. Bingazi’de oldugum süre boyunca en çok bu insanlardan korunmaya çalıştım ve kameramiza konuşmalarına izin vermedim. Onlar asla devrimi ve yaşananlari temsil edemezlerdi.
Şehir turunu tamamlayıp Otel’e döndüğümüzde hava kararmak üzereydi Devrimin kalbinden ilk izlenimlerimizi haberleştirmiş Bingazi'nin büyük bir kısmını gözlemlemiştik. Artık yapılması gereken ertesi gün oyalanmadan Ecdebiye’ye yol almaktı. Duyduklarımıza göre kent en geç yarın sabaha kadar Direnişçilerin eline geçecekti çünkü Doğu kapısındaki Kaddafi direnişi kırılmış ve iç taraflara doğru ilerleniyordu. Camilerden yapılan anonslar ile halk cephe hattında yasananlar ile ilgili sıkça bilgilendiriliyordu. Ertesi gün için hazırlıklarımızı tamamlamıştık, rastgele tanıştığımız bir kaç Libyalı bizi Ecdebiya’ya götürmeye razi olmuştu. Tanıştığımız bu insanlar Senusi tarikatı tarafından gazetecilere yardım etmek ile görevlendirilmişlerdi. Cephe hattının çok tehlikeli olduğunu bildikleri halde bir koruma ile birlikte bizi gerekirse Trablus’a kadar götüreceklerine söz vermişlerdi. Libya devrimini bizim için farklı kılan nedenlerden bir tanesi de gazetecilere gösterilen ilgiydi. Öyle ki otellerde kalan gazetecilerden para alınmıyordu. Yolunuzu kesen insanlar sizi evlerine davet ediyor zorla yemek yediriyordu. Baklalarda insanlar çantalarımıza çikolata ve bisküvileri doldurup acıkırsanız yersiniz diye telkinde bulunuyordu. Açıkçası yurt dışında çalışan gazeteciler bu kadar ilgiye pek fazla alışık değildir. Özellikle çatışma alanlarında gazeteciler yerel halk arasında yolunacak tavuk gibi görülür herşeyin fiyatı iki-üç katına çıkarılırdı. Ancak devrim sarhoşluğuna kapılan Libya da durum farklıydı. Petrol istasyonlarında gazetecileri taşıyan araçlardan benzin parası dahi alınmıyordu ara sıra yolunuzu kesen insanlar paraya ihtiyacınız olup olmadığını bile soruyordu. Devrimin ilk başladığı Tunus ve Mısırdan çok farklıydı. Sonradan Türklere bakışları değişecekti ancak özellikle ilk dönemlerde Türk gazetecisiyseniz ilgi iki kat daha fazlaydı. Bir dediğiniz iki edilmiyordu, her şey anında bulunuyor işinizi yapmanız için tüm kolaylıklar sağlanıyordu. Aslinda biz ilgiye Filistinden özellikle Gazze’den alışkındık Türk olmak Arap dünyasinda başlı başına ayrıcalıktı bunu bir kezde Bingazi de görmüş olduk ancak dediğim gibi ilerde bu değişecek bazen Türk kimliğimizi saklamak zorunda kalacaktık.
Otel odasında bir yandan ilk günün muhasebesini yaparken diğer yandan aileme ulaşmaya çalışıyordum. 3,5 yaşındaki kızım ve Eşimi Kudüs gibi sorunlu bir yerde tek başlarına bırakmıştım Libya’ya ulaştığım ilk saatlerden buyana aklımda hep onlar vardı ancak bir türlü arayamamıştım. Allahtan Kudüs büyükelçiliği bölgedeki Türk vatandaşları ile son derece ilgiliydi ve ElciŞakir Özkan Torunlar özel numarasını vermiş bir sorun olursa esimin kendisini her zaman arayabileceğini söylemişti bunun yanı sıra tanıdığımız üç-beş dostun yardımlarını esirgemeyeceğinden emindim. Gerçi esimin yurt dışı tecrübesi ve yabancı dilleri onlar için büyük bir garantiydi ancak yine insan geride bıraktıklarını düşünmeden edemiyordu. Libya’ya gitmem gerektiğini söylediğimde en büyük desteği eşimden almıştım.Zaten benim kariyerim için Filistin’e yerleşerek büyük fedakarlık göstermişti. Ben Libya için son hazırlıklarıyaparken o bizim için bir yol haritası çizmiş biletlerimizi bile almıştı.Aslında itiraf etmeliyim ki Libya’ya sorunsuz ulaşmamızda en büyük yardımı eşim gösterdi. Saatlerce internet başında araştırma yapmış ve en iyi güzergahın Ürdün uzerinden Mısır’ın İskenderiye kenti oradan da otomobil ile Bingazi olduğunu söylemişti. Çünkü Kahire’ye inen gazetecilere sorun çıkarılıyor hatta teknik malzemelere el konuluyordu. Biz İskenderiye’ye indiğimizde benzer bir sorun ile karşılaşmıştık ancak küçük havaalanında gümrük memurlarını Libya’ya gideceğimize ikna etmek kolay olmuştu. En büyük problemi sadece Mısır’lıtaksiciler ile yaşamış ve Sallum sınırına en ucuz fiyat ile gitmek için yaklaşık 2 saat pazarlık yapmıştık. Basta 400 Km için 600 dolar isteyen taksiciyi 100 dolar’a ikna etmek pek de kolay olmasa gerek. İnternetin en büyük problem olduğu ve telefonların çalışmadığı Bingazi’de zorda olsa aileme ulaşmışve ilk günün raporunu vermiştim. İşin benim için zor olan kısmı Türkiye’de ki babamı aramaktı. Libya’ya gittiğimi yola çıktıktan saatler sonra mesaj atarak söylemiştim. Tepkisini tahmin edebiliyordum Kudüs’de yaşamamın bile riskli olduğunu düşünen birisini Libya’ya ikna etmem mümkün değildi. Aradığımda bana kızgın olduğu ses tonundan anladığım babam “ deli” olduğumu düşünüyordu ve ona göre akilli bir insan kargaşanın içine gitmezdi. Ülkede kaldığım sure boyunca hemen hemen her gün aradığım tek kişi babam oldu her seferinde her şeyin normal olduğunu söylesem de o bana değil, izlediği görüntülere inanmayı tercih ediyordu. Aslında en çok ihtiyacım olan şey Annem ve Babamın duasıydı. Her ne kadar bana kızgın olsalar da dualarını eksik etmediklerini çok iyi biliyordum. Artık çocuk sahibi olduğumdan endişelerini anlayabiliyorum, ancak benim için Libya’da olmak bir görevdi ve sonuna kadar kalmaya da kararlıydım.
Hafif küf kokan otel odasında yarının programını çıkarırken ilk gününde özetini yapıyorum. Aslında uzunca bir tarihi birlikteliğimiz olsa da Libya’yı ve Libya halkını çok iyi tanımıyorduk. Oysa Osmanlı İmparatorluğunu en zor dönemlerinde yalnız bırakmamışlardı. Bundan 90-100 yıl öncede benzer senaryolar oynanmıştı petrol cenneti ülkede. Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Kuzey Afrika’ya üşüşen kan emiciler yürekli bölge halkının direnişi karşısında akan kanlarını çaldıkları petrol ile durduramayacaklarını anlamıştı.Emperyalist hırslarına ve dönemin sözde dizginlenemeyen savaşteknolojilerine İslam halifesinin tek sözü kafa tutmuştu. O dönem Libya’da direnişin sembolü olan Seyyid Ahmed Eş-Şerif tüm yakın çevresinin itirazlarına ve batının iğrenç rüşvetlerine rağmen İslam Halifesinin emrini geri çeviremem diyerek” Osmanlının cihad çağrısına cevap veren tek Arap liderdi.
İslam dünyasının en önemli yazarlarından Muhammed Esed “Mekke’ye Giden Yol”isimli kitabında Seyyid Ahmed’in bu tutumunu Osmanlıya ve halifeye sadakatine bağlıyordu. Şimdilerde tarih kitaplarımızda her ne kadar ismini göremesekde Libya ve çevresinde cihad ateşini yakan ve batıya kan kusturan Seyyid Ahmed, o dönem İstanbul’a davet edilmiş ve kurtuluş savaşımız sırasında da Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Anadoluyu karış karış gezerek bugünlere ulaşmamızda büyük fayda sağlamıştı.Anadolu halkının tıpkı Libya’da olduğu gibi örgütlenmesinde başı çekmişti. Libya’dan ayrılırken de yerine hepimizin “Çöl Aslanı” olarak bildiği Ömer Muhtar’ı atamıştı. Bize ve tarihimize bu kadar sadık bir millet şimdilerde ise Batı’nın başlarına ördüğü diktatöre karşıdireniyor ve o diktatörün paralı katilleri kendi halkını kana bulamaktan çekinmiyordu. O dönem ellerinde olan tüm imkanlar ile Osmanlıya ve islam davasına sadakatlerini yürekleri ile gösteren bu halka yardım edilmeliydi. Libya halkının gerçek dostlara ihtiyacı vardı ve onlar yılana sarılmadan önce biz elimizden geleni yapmalıydık.
Tüm bu düşünceler ile yatağa gittiğimde saatler gece yarısınıgösteriyordu ve giderek artan silah sesleri Ecdebiya'nın ele geçirildiğini müjdeliyordu Bingazi halkına. Anlaşılan kentin Batı kapısında'da kontrol sağlanmıştı. Bir sonraki hedef Brega olacaktı ancak söylentilere göre kentin önemine binaen Kaddafi güçleri büyük bir savunma hattı için hazırlık yapıyordu. Yarın ilk yayını Ecdebiye yakınlarından yapmalıydık. Bundan sonra adım adım direnişçilerin peşinde olacaktık. Gözlerimi kapadım ve dua ederek uyumaya başladım.Sabah ola hayır ola......
Sabahın İlk saatleri ile birlikte hazırdık otel lobisinde bir kaç kahvaltılık atıştırdıktan sonra bizi almaya gelecek olan Libyalıları beklemeye başladık yolumuz çok uzun sayılmasa da zahmetliydi. Ve cephe hattında neyle karşılaşacağımızı bilemezdik. TRT-TÜRK adına Trablus’da yani Kaddafi'nin kalesinde bulunan arkadaşım Mehmet Akif Ersoy cephe hattına gitmemizi tavsiye etmiyordu ve sürekli '' abi bu adamların ilerlediğine bakma Kaddafi orduyu hazırlıyor buradan çıkarsalar 4 gün içerisinde oradalar bence Bingazi’de bekleyin'' diye sık sık telkinde bulunuyordu ancak Akif'in söyledikleri bana abartılı geliyordu çünkü son 1-2 gün içerisinde şahit olduklarım bu savaşın Trablus da biteceğini gösteriyordu.
Kaldığımız otelden bizi almaya 3 kişi geldi. Yusuf, Ali ve Halit. Yusuf bir firmada mühendis olarak çalışıyordu Ali uzun süre Hollanda'da yaşamış bir iş adamıydı. Halit’se aslen Derne'liydi. Narkotik polisi olan Halit'in uzun kıvırcık saçları Kaddafi’yi andırıyordu Devrim sırasında kendisine cephede yaşananları Muhaliflerin lideri Mustafa Abdülcelil'e rapor etme ve direnişçilerin ihtiyaçlarını belirleme görevi verilmişti. Hayati önem taşıyordu bu görev çünkü o dönem cephe hattından asılsız bilgiler geliyor ve muhaliflerin kafasını karıştırıyordu. Arkadaşlarının anlattığına göre Muhalif liderin en çok güvendiği adamdı Halit. Devrimin silahlı mücadeleye dönüşmesinde önemli katkıları olmuştu ancak şan ve şöhret peşinde değildi. Halit'in sağlam karakterini ilerleyen günlerde daha iyi anlayacaktım.