5 Mart 2010 Cuma

Filistin’de Osmanlı arşivi ve hayal kırıklığı


Ortadoğu’nun en tartışmalı toprakları sizi her seferinde şaşırtmayı çok iyi bilir. Elden ele dolaşan Kudüs yaşamaya gelinen bir kent değil ölmek için seçilen bir mezar olmuştur. Ve şehrin etrafını çevreleyen taç misali surların dibinde yatan insanlar aslında toprakların kimseye ait olmadığının bir ispatı gibidir. Selahattin buradaydı, Babilyon buradaydı, Osmanlı buradaydı.

Kubbet'ü-s Sahra’yı sözde güvenlik duvarının hemen ardından gören ve insanlarının mescide geçme hakkı bulunmayan ‘Abu Dıs’ kutsal beldenin 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu ispatlayan belgelere ev sahipliği yapıyor. Etrafını çevreleyen ve yıllardır barışın önündeki en büyük engel olarak görülen yerleşim yerleri nedeni ile gelişemeyen küçük Filistin kenti Kudüs’e en yakın Batı-Şeria mahallesi olarak biliniyor.

Abu Dıs’te yer alan Al Kuds üniversitesi bünyesindeki İslam araştırmaları merkezi Osmanlı arşivlerinin de saklandığı bir yer.  Öyle mükemmel ve kusursuz bir arşiv canlandırmayın aklınızda, tozlu raflarda imkânların el verdiği ölçüde muhafaza edilmeye çalışılıyor Osmanlı'nın bıraktığı miras. Arşivin durumu geçtiğimiz yıllarda çok daha vahimmiş, Tika’nın yardımları ile bir nebze de olsa düzeltilmiş. Ancak yine de insanın içi sızlıyor.

İnce bir küf kokan, Filistinli görevlilerin rehberliğinde girdiğim arşiv, Osmanlı döneminden kalma binlerce belgeyi içinde barındırıyor. Kanuni’den diğer padişahlara kadar birçok ferman, kentin o dönemki demografik yapısını gösteren belgeler, makbuzlar, tuğralar.

Benim dokunmaya kıyamadığım belgeleri Filistinli görevliler bize göstermek için evirip çeviriyor.  Ve her seferinde içim gidiyor.

İsmini hatırlamadığım bir görevli en az 300 yıllık bir fermanı önüme getiriyor ve okuyup okuyamadığımı soruyor. Ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Yutkunuyorum. Kem-küm ediyorum. Ve sonunda her ikimizde de büyük bir hayal kırıklığı.

Çok iyi hatıllıyorum henüz çocuktum, köyümüzün kabristanlığında babam, büyük dedemin mezarını göstermişti, mezar taşını okuyamamış ve hayıflanmıştım. Aynı duyguları yeniden yaşadım.
Bana, bize ait olan bir parçaya bakakaldım, okuyamadım. Dedemin mirasını anlamayacak kadar cahil olduğumu kabullenmek zor geliyor. Oysa aynı ben bir başka lisanı öğrenmek için Avustralya’da yıllarımı verdim.
Şimdi Arapça ve İbranice öğreneceğim diye çabalıyorum. Ve tek suçlu olarak kendimi görüyorum.  Hayretler içerisinde sadece bakakaldığım onca belgeyi geride bırakarak ayrılmaktan başka çarem kalmadı tozlu arşivlerin arasından. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder