23 Kasım 2011 Çarşamba

Filistin'de birlik hükümeti...


Filistin'de iki başlı yönetime son vermek için tarafların sözde çabaları devam ediyor. Yıldızları hiç barışmayan Hamas'ın siyasi lideri ve Ramallah'ın başındaki en önemli isim Mahmut Abbas önümüzdeki birkaç gün içerisinde tekrar biraraya gelecek. Çatışmalar ile çalkalanan Kahire'de gerçekleşecek görüşmelerin ana konusu Filistini seçime hazırlayacak yeni bir hükümeti kurmak olacak. Peki 5 yıldan fazla bir süredir aynı masada dahi oturmaya tahammül edemeyen taraflar neden son 6-7 ay içersinde uzlaşma çabalarına girdi ? Ortadoğuyu kasıp kavuran Arap baharının bunda rolü büyük şayet geçtiğimiz mayıs ayında birlik hükümetinin taslağı üzerinde anlaşılmasaydı bugün Gazze'de ve Batı-Şeria'da büyük gösteriler düzenlenecek her iki tarafta kan dökecek ve sorumluluğu birbirinin üzerine atacaktı. Ancak 6 ay önce kağıt üzerinde varılan anlaşma Filistin halkının gazını almaya yetti.

Filistinli gruplar geçen süre zarfında kurulacak hükümetin başbakanı konusunda anlaşmaya varamadı. Amerikanın baskıları ile şimdiki başbakan Selam Feyyad isminde ısrarlarına devam eden Abbas, Hamaslı yöneticileri ikna edemedi. Mahmut Abbas'a göre Batı ülkeleri ile ilişkilerinden dolayı Ramallah yönetiminin ''Para sağlayıcısı'' konumundaki Selam Feyyad'ı kaybetmek göze alınamazdı bundan dolayı ''Hamas'a tüm bakanları sen seç ancak basbakan Feyyad olsun'' teklifleri yapıldı ancak olum cevap gelmedi ve birlik hükümeti çalışmaları donduruldu.

Şimdilerde ise tekrar inşa edilmeye çalışılan birlik hükümetinde Feyyad'ın ismi geçmiyor. Yeni bir başbakan seçilecek ve büyük ihtimalle tüm Filistin halkına çalışacak olan bu başbakan Hamas'lı olacak. Ebu Mazen yani Mahmut Abbas'ı bir anda değiştiren ve Feyyad'dan vazgeçiren unsur batının tavrı. BM'ler girişimi ile bazı Avrupa ülkeleri ve Amerikanın gözünden düşen Abbas şimdi Hamas'a kısa sürelide olsa Filistin halkını yönetme hakkı vererek kendini küçük düşürenlere sopa gösteriyor.

Bundan sonraki süreçte masada iki seçenek var. Ya Hamas'ın tüm Filistini yönetme hakkı daha önce olduğu gibi Batı zoru ile elinden alınacak Ya da Avrupa ve Amerika Mahmut Abbas'a istediği kapıları açarak bir birlik sağlanmasını engelleyecek. Ebu Mazen karizma görünmesede kafası çalışan bir lider...

FATIH ER/TRT TÜRK/KUDÜS

12 Eylül 2011 Pazartesi

Türkiye'nin Yeni Politikası


           12.09.2011

Türkiye'nin Yeni Politikası

Ortadoğu debisi yüksek bir nehir. Ve Türkiye yıllardır şiddet ile akan bu nehri dışardan izlemek ile yetindi. Korkularımız nedeni ile hep uzak durduğumuz bize ait çoğrafyada şimdi kendimizi azgın sulara bıraktık. En uygun yatağı bulana kadar kayalara vura vura ilerleyeceğiz. Türkiyenin istediği en ön safta yer almak ve bunun içinde mücadele etmek gerekecek.

İlk sorun ''Arap baharı'' ile patlak verdi. Ortadoğu'da Türkiye için zamansız başlayan değişim hareketleri dış politikamıza şekil verenlerin işinide zorlaştırdı. Aniden ters yönden esen rüzgar komşular ile sıfır politikasının önüne geniş bir set çekti. Şimdi engelleri aşmaya çalışıyoruz. Libya'da batıya rağmen başardık. Devrimin başladığı ilk günlerde Dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu geleceği gördü. Kaddafi'nin tüm ülkede kontrolu ele geçirmesi an meselesiydi ancak bazen geleceği görmek bir şey ifade etmiyor çünkü batı oyunu kurallarına göre oynamıyor. Gözü sürekli masum halkların topraklarında olan sözde medeniyetlerin muhaliflere verdiği askeri destek ile ibre farklı yöne kaydırıldı ve gelecek değiştirildi... Buna rağmen yeniden şekillenen Libya'da yerimizi aldık. Mısır gibi Libya'da da insanlar Türkiye modeli bir oluşum istiyor.

Suriye'de de durum farklı değil. Esad ne kadar direnirse dirensin gücünü ve topraklarını halkına vermek zorunda kalacak ve Suriye'de üzerine ''Türkiye gömleğini'' geçirecek. Bu değişim ile birlikte Türkiye'nin '' komşular ile sıfır sorun'' politikası kaldığı yerden işlemeye devam edecek.

İşin şimdiye kadar hesap edilen en zor kısmı İsrail. Kimine göre Türkiye ''Arap Halklarının'' gönlünü kazanmak için İsrail'i kullanıyor kimine göre ise dış politikayı içerisi için malzeme yapma peşinde. Ancak yaşananlar bu kadar basit ve sığ bir şekilde açıklanamaz. Türkiye İsrail ile başta bahsettiğim azgın nehirde 'yatak' mücadelesi veriyor. Bölgenin en güçlü ve doyumsuz ülkesi ile başa çıkmak için sert oynamak gerektiğini çok iyi biliyor ve oyunun kurallarını kendisi koymaya çalışıyor. Dünyanın gündeminden düşmeyen Gazze İsrail'in yumuşak karnı. Daha düne kadar İsrail Gazzeyi dünyadan soyutlamaya çalışıyordu ancak şimdilerde Türkiye'nin politikaları ile Gazze İsrail'i bölgeden soyutlamaya başladı. MaviMarmara katliamı Gazze dramını dünyanın farklı açıdan görmesine neden oldu. Türkiye İsrail'in ne özrüne nede parasına ihtiyaç duyuyor. İstenen, sürekli karnından düşünen, egoları ile hareket edip, narsist bir kişilik ortaya koyan İsrail'e bölgenin tek kontrolcusu olmadığını göstermek. Gazze ve Batı-Şeria'ya verilen destek ile artık ben de burdayım diyen Türkiye şimdi de İsrail'in Mısır ile arasında yaşanan hüsümetini değerlendiriyor. Başbakan Erdoğan'ın Mısırın kaderini belirleyen ''Tahrir Meydanında'' yapacağı konuşma Amerika birleşik devletleri başkanı Obama'nın Kahire üniversitesinde yaptığı konuşmadan daha fazla önem taşıyor. İsrail şimdilik ziyarete karşı sessizmiş gibi davransada Mısır'da başlayan “Türkiye sevdasından” çok daha rahatsız. Türkiye modeli Mısır, Siyonist Rejimin Ortadoğu nehrinde önemli bir bent olacak. İsrail ile yarış daha uzun süre devam edecek. Tek dileğimiz Amerika birleşik devlerininde pek kısa zamanda müdahil olacağı bu soğuk savaşın, yerini istenmeyen gelişmelere bırakmaması. Geleceği göremeyen beyinler, değiştirmek için kanlı oyunlarını ortaya sürebilir. Elinden sahip olduklarının alınmasına kim kızmaz ki ?

Fatih Er / TRT TÜRK
GAZZE

10 Eylül 2011 Cumartesi

Türkiye Ve Yeni Ortadoğu


Birleşmiş Milletlerin taraflı Mavi Marmara raporunun ardından Türkiye İsrail ilişikileri tarihinin en zor döneminden geçiyor. Hükümetini kaybetme korkusuna kapılan İsrail başbakanı Benyamin Netenyahu, Ortadogu'daki en iyi müttefikini yok saymayı göze aldı. Kabine içerisindeki Türkiye karşıtlığının önüne geçemeyen Netenyahu ''akil adamların'' uyarılarına'da kulak tıkıyarak hükümetinin özür dilemeyeceğini üstüne basa basa bir kez daha açıkladı. Ancak hükümetin Türkiye' gibi güçlü bir mütteffeki kaybedecek olması İsrail'deki köşe yazarlarını, muhalefetteki bazı isimleri ve eski diplomatları rahatsız ediyor. İsrail'in bir günah işlediğini ve bunun telefi edilmesi gerektiğini vurgulayan ''akil adamlar'' ilişkilerin kopmasından sadece İsrail'in zarar göreceği konusunda hem fikir.

Netenyahu hükümetine en çok yüklenen gazetelerin başında Haaretz geliyor. Geçtiğimiz gün ' Türkiye İsrail'in düşmanı değil başlıklı bir başyazı kaleme alan gazete Türkiye'nin kaybedilmesi durumunda İsrail'in zarar göreceğini vurguluyor. Mavi-Marmara baskının bedelinin ödenmesi gerektiğini belirten gazete Netenyahu hükümetinin tutumunu staratejik diplomasi hatası olarak yorumluyor. Raporun açıklanmasından önce özür dilenmeliydi diyen gazete Türkiyenin aldıgı sert önlemlere rağmen diplomasi için açık kapı bırakıldığını vurguluyor. Aynı gazetenin yazarlarından Akıka Eldar 'se Türkiye ile ilişkilerin bozulmasını diplomaside ''Kırmızı alarm'' olarak yorumluyor. Zarar gören iki ülke ilişkilerinin tüm İsrail halkını çok yakından etkileyeceğine vurgu yapan İsrailli yazar Türkiye'nin tavrının Mısır ve Ürdün gibi ülkelere örnek teşkil ettiğini söylüyor.


İsrail'in bir başka önemli gazetesi Jerusalem Post'da yer alan bir başka makale ise iki ülke arasında yaşanan krizin diger boyutlarını ele almış. Sorunun sadece milyon dolarlık anlaşmaların askıya alınması Ya da diplomatik ilişkilerin zayıflatılmasından daha büyük olduğunu vurgulanan analizde, yazar Yaakov Katz, Türkiyenin vazgeçilmez stratejik ortaklığına vurgu yapmış. Türkiyenin İsrail'in terör savaşında herzaman yanında olduğunun alti cizilen yazıda iki ülkeyi barıştırma görevinin Amerika birleşik devletlerini düştüğü idda ediliyor.

İsrail'in eski Ankara büyükelçisi Aloon Liel'de Türkiye'den özür dilenmesi gerektiğini söyleyenler arasında. 20 kişilik bir heyet ile Filistin Lideri Mahmut Abbas ile görüşmesinden dönerken yakaladığımız Aloon Liel Star Gazetesinin sorularını yanıtladı. Eski diplomat ilişkilerin çok daha kötüye gitmesinden endişe ediyor. Krizin sadece ekonomik ve askeri ilişkiler ile sınırlı olmayacağını belirten Liel fotografın diger tarafının daha bulanık göründüğün kaydediyor. Türkiyenin takındığı tavrın Arap ülkeleri tarafındanda devam ettirilebileceğinden endişe eden Ayon Liel İsrail'in diplomatik hataları nedeni ile bölgede izole edildiğini savunuyor. '' Artık özür dileme faslı bitti. Son altı aydır özür dilenip dilenmeyeceği konuşuluyordu ancak İsrail çok açık bir şekilde özür dilemeyeceğini açıkladı bundan sonrada geri dönüş olacağını sanmıyorum'' diyen Liel yeni dönemde her iki ülkeninde bu krizin sonuçları ile yaşıyaşacağını belirtti. Eski büyükelçi aynı zamanda Türkiye'nin İsrail-Kıbrıs Rum kesimi arasında yaşanan ilişkiler dolayısı ilede Tel-Aviv yönetimine göz dağı verdiğini düşünüyor.

FATİH ER/TRT TÜRK KUDÜS

05/09/2011

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Isail,esas kendi gencliginden korkuyor


İsrail, esas kendi gençliğinden korkuyor


1948 yılında varlığını tüm dünyaya duyuran ve son 63 yılda önemli bir güce ulaşan İsrail geleceğinden endişeli. Ülke liderlerini en çok endişelendiren ise yeni nesil oluyor.

İSRAİL, VARLIĞINA HALKININ KORKULARI İLE DEVAM EDEBİLİR.
Başbakan Benyamin Netenyahu’nun ‘’miras’’ politikası da yeni nesile yönelik. Siyonizm ve Yahudiliğe değer vermeyen uyuşuk ve vurdumduymaz gençlik, ülkelerinin geleceğini umursamadan yaşıyor, Siyonist düşünceyi tehlikeye atıyor.
Yahudi tarihine bir göz attığımızda, son 70 yılı tam bir saltanat içerisinde geçirdiklerini görüyoruz. Oysa Ortadoğu’nun kalbinde milyonlarca Müslüman’ın tam ortasında bir Demokratik Yahudi devleti kurma gücünü Ben Gurion ve ekibi 2000 yıldır yaşadıkları dışlanmışlıktan almıştı.
Yahudilerin ana yurtları Mezapotamya’dan kovulmaları ile başlayan ve uzaktan bakıldığında lanetlenmiş gibi görünen hayatları onları modern dünyanın yönetici koltuğuna oturtmuştu. 
Ortaçağ Avrupası'nda kimliklerini belirtmek için damgalanan Yahudiler, kara vebayı yaymak ile suçlanıyordu. Prusya’da şehre girerken büyük baş hayvanlar gibi ayakbastı parası ödemeleri gerekiyordu.
İtalya’da Talmud’u elde bulundurmak suç olduğu gibi, Roma, her yıl düzenlediği sirk eğlentilerinde hayvan yerine yarı çıplak Yahudileri koşturuyordu. Venedik’te nerdeyse tüm Yahudiler tek bir mahalleye hapsedilmiş dışarı çıkmalarına müsaade edilmiyordu. 
Rusya’da Çarlar döneminde Yahudi erkekler 12 yaşında askere alınıp 25 yıl orduda görev yapmaya zorlanıyor ve Yahudi kadınlar fahişelerin kollarına vurulan sarı mühürle sokaklarda dolaşabiliyordu.
Yahudiler o dönem Hıristiyanlar ele geçirene kadar sadece halifeler İspanyası'nda normal bir hayat sürebilmişlerdi. Ve en son Nazi Almanya’sında gaz odalarının ve kampların acınası konukları olmuşlardı.
Doğu ülkelerinin bu lanetli halkı bağnazca bir bağlılık ile dinine sarılıp geleneklerine büyük bir ateşle uyarak kurmuştu korku imparatorluğu İsrail’i. Ancak hep korkan olan topluluk son 70 yılda korkutmayı öğretmişti ve bu kendine güven, yenilmezlik unvanı şimdi ülkenin geleceğini tehdit etmeye başladı. 
İsrail’in şimdiki liderleri Ben Gurion’un büyük güçlükler ile kurduğu bu devleti yok ettirmemekte kararlı.
Benyamin Netanyahu’nun ‘’miras’’ kavgası da, İran’ı varlıklarına tehlike olarak görmesi de bundan dolayı. Bölgede yakın gelecekte fitili ateşlenecek bir savaş, aylak ve vurdumduymaz yeni nesle şimdiye kadar yaşanmış acıları hatıllatacak ve ölü toprağa serili gençliği yeniden hareketlendirecek.

9 Mart 2011 Çarşamba

Libya'da ilk gün gördüklerim

Yanımdan geçti koşarak yaşlı bir adam. Elinde baston... Çocuklar yolumu kesti. Dillerinde özgürlük marşları...

Yeni yetme gençler var etrafımda. Omuzlarında mavzerler...

 Ömer Muhtar'ın torunları hepsi. Geç gelen başkaldırının verdiği sarhoşluk ile özgürlüklerinin  peşinden koşturuyor ve Bingazi'de ateşlenen özgürlük meşalesi şehirden şehire  taşınıyor. Libya'nın gerçek sahipleri tarihlerini yazıyor ve geleceklerini garanti altına almaya çalışıyor.

Ülke'ye, Mısır otoritesinin şaşkın bakışları ve ölümden korkarak sınıra yığılmış olan  binlerce insanın yardım talep eden çığlıkları arasında 6 gün önce girdik. 4 saat sürdü El Sallum sınırından Bingazi'ye gelmemiz.
Uçsuz bucaksız çölün hemen dibinden her 10 km'de bir oluşturulan kontrol noktalarının arasından sorunsuz ulaştık Libyanın ikinci büyük şehrine. Libyalıların gece karanlığında gözlerinde göremedeğimiz  kararlılığı  sabah erken saatler'de farkettik ve Libyalıların kayıtsız şartsız teslim olduğu başkaldırının anlamını ülkeye vardıktan saatler sonra anlayabildik.

Bingazi'de hayat normal akışında. Herzamankinden farklı olan ise Kaddafi döneminde bir çok masum insanın yargılandığı, işkence gördüğü hatta öldürüldüğü ''Mahkeme''binasının hemen önünde  toplanan gençlerin dans edip marşlar okuyup şarkılar söylenmesi.

 Meydanı, çoçukların hiç yalnız bırakmadığı ve devrimin simgesi olan zırhlı araçlar süslüyor. Ellerinde Ömer Muhtar'ın miras bıraktığı bayrağı dalgalandıran gençler kameramıza konuşmak için birbirleri ile yarışıyor. ''Artık korkmuyoruz Kaddafi, ölmeye ve öldürmeye geliyoruz'' haykırışları insanların ne kadar da kararlı olduğunu birkez daha gösteriyor bize.
Meydandaki havayı soluduktan sonra, ''bizim sesimizi dünyaya duyurmak için geldiniz'' diyen ve vatanları için  fedakarlık yapan insanların araçları ile cepheye ilerliyoruz. Yollar zafer işareti yapan Libya'lılar ile dolu....
Genç, yaşlı, kadın, erkek... Durduğumuz heryerde yabancı olduğumuzu anlayan herkes içini boşaltmak için yanaşıyor yanımıza, omuzumuza dokunup anlatıyor, sonra kucaklayıp bir sonraki kontrol nokasına uğurluyor.

Libyanın dört bir yerinden hareketlenen ayaklar yavaş ama kararlı adımlar ile ilerliyor. Önce Bingazi, sonra Ejdebiye, arkasından Brega, şimdi de Raslanuf'da söylenmeye başladı özgürlük marşları. Biz de direnişcilerin izinden takip ediyoruz devrimi. Zaman zaman kulakları sağır eden silah sesleri eşliğinde neler yaşandığını anlamaya çalışıyoruz.
Yaşlı adamlar cepheye ekmek arası kuru fasulye taşıyor, çocuklar hem direnişcilere hemde bize tek tek meyve suyu dağıtıyor. Kadınlar kocalarından duydukları direniş öykülerini kulaktan kulağa yayıyor ve bir ülke kendini baştan yaratıyor. Gördüğüm bu manzara tarih kitaplarında okuduğumuz ''Kurtuluş savaşımızı'' hatırlatıyor.    
İnsanlar koşar adım cepheye erzak taşıyor. Aile, aşiret, kavim ayrımı yapılmadan bir avuç ulus özgürlüklerine pranga vuran tek bir katili kovalıyor.

Brega'da şahit olduğumuz yoğun çatışmaların ardından hiç tanımadığımız bir Libyalı'nın evine konuk oluyoruz. Gece boyunca Kaddafi'yi ve yaptıklarını anlatıyorlar. Yaşı 70'e dayanmış bir adam bozuk ingilizcesi ile ''Ben ölürüm yerime oğlum, oğlum ölür yerine oğlu geçer de, artık o katili bir daha buraya sokmayız'' diyor önündeki masayı yumruklayarak. Anlayan anlamayan herkezin gözleri yaşarıyor.

Gözlerimi kapadığımda özgürlüklerine susamış bu insanların hayırışları hala kulağımda yankılanıyor. Bin Cevad düşerse sırada bir yenisi var. Hedef Trablus....


NOT Bizi evinde ağırlaryan Fathi Al Tuwatti'ye aracı ile hiçbir karşılık beklemeden koca ülkede şehir şehir dolaştıran Yusuf Al Arbi ve Muhammed Al Alem'e sonsuz teşekürler.

27 Şubat 2011 Pazar

Libya'nın Türk'e sadakati

Osmanlı İmparatorluğunu en zor dönemlerinde yalnız bırakmayan Libya halkı, şimdilerde özgürlüğünü 42 yıldır gasbetmiş olan sözde liderine direnmeye çalışıyor.

Akıllı olduklarını düşünenlerin  yapıştırdığı 'deli' yaftasını iltifat kabul eden ve tüm dünyayı kandırdığını sanarak katliamlara imza atan lider görünümünden uzak gangster, sonunun geldiğini şimdiye kadar çaldığı paraların hesabından çok daha iyi biliyor.
Dünya devlerinin sözcüleri medya önünde Libya halkının yanında olduklarını  deklere ederken kendileri kapalı kapılar ardında Libya'nın enkazını paylaşmak için pazarlıklar yapıyor.

Bundan 90-100 yıl öncede benzer senaryolar oynamışlardı petrol cenneti ülkede. Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Kuzey Afrika'ya üşüşen kan emiciler yürekli bölge halkının  direnişi karşisında akan kanlarını çaldıkları petrol ile durduramayacaklarını anlamıştı.
Emperyalist hırslarına ve dönemin sözde dizginlenemeyen savaş teknolojilerine İslam halifesinin tek sözü kafa tutmuştu. O dönem Libya'da direnişin sembolu olan Seyyid Ahmed Eş-Şerif tüm yakın çevresinin itirazlarina ve batının iğrenç rüşvetlerine rağmen''İslam Halifesinin emrini geri çeviremem diyerek'' Osmanlının cihad çağrısına cevap veren tek Arap liderdi.
İslam dünyasının en önemli yazarlarından Muhammed Esed ''Mekke'ye Giden Yol''isimli kitabında Seyyid Ahmed'in bu tutumunu Osmanlıya ve halifeye sadakatine bağlıyordu.

Şimdilerde tarih kitaplarımızda he ne kadar ismini görmesekde Libya ve çevresinde cihad ateşini yakan ve batıya kan kusturan Seyyid Ahmed, o dönem İstanbul'a davet edilmiş ve  kurtuluş savaşımız sırasındada Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Anadoluyu karış karış gezerek bugünlere ulaşmamızda büyük fayda sağlamıştı.
Anadolu halkının tıpkı Libya'da olduğu gibi örgütlenmesinde başı çekmişti. Libya'dan ayrılırkende yerine hepimizin ''Çöl Aslanı'' olarak bildiği Ömer Muhtar'ı atamıştı.

Bize ve tarihimize bu kadar sadık bir millet şimdilerde Batı'nın başlarına ördüğü dikdatöre karşı direniyor ve o dikdatörün paralı katilleri kendi halkını kana bulamaktan çekinmiyor.
O dönem ellerinde olan tüm imkanlar ile Osmanlıya ve islam davasına sadakatlerini yürekleri ile gösteren bu halka yardım edilmeli. Ve eli kanlı paralı katillerin ordaki bir avuç Türk insanına karşı tavrınıda Libya ve onun onurlu insanına mal etmemek gerekir.
Kendi insanımızı o kargaşa içerisinden başarı ile kaçırırken geride bıraktığımız milyonlarca Libyalıyıda unutmamaliyiz. Onlar bizi unutmamıştı.