22 Mart 2013 Cuma

İsrail'in açıklamasının tamamı

PM Netanyahu Speaks with Turkish PM Erdogan

(Communicated by the Prime Minister's Media Adviser)



Prime Minister Benjamin Netanyahu spoke today (Friday, 22 March 2013), with Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdogan. The two men agreed to restore normalization between Israel and Turkey, including the dispatch of ambassadors and the cancellation of legal steps against IDF soldiers.



Prime Minister Netanyahu told Turkish Prime Minister Erdogan that he had good talks with US President Barack Obama on the issue of regional cooperation and the importance of Israeli-Turkish relations. The Prime Minister expressed regret over the deterioration in bilateral relations and noted his commitment to working out the disagreements in order to advance peace and regional stability.



Prime Minister Netanyahu said that he saw Turkish Prime Minister Erdogan's recent interview in a Danish newspaper and expressed his appreciation for the latter's remarks. The Prime Minister made it clear that the tragic results regarding the Mavi Marmara were unintentional and that Israel expresses regret over injuries and loss of life. In light of the Israeli investigation into the incident, which pointed out several operational errors, Prime Minister Netanyahu apologized to the Turkish people for any errors that could have led to loss of life and agreed to complete the agreement on compensation.



Prime Minister Netanyahu also noted that Israel has already lifted several restrictions on the movement of civilians and goods to all of the Palestinian territories, including Gaza, and added that this will continue as long as the quiet is maintained. The two leaders agreed to continue to work on improving the humanitarian situation in the Palestinian territories.

7 Mart 2013 Perşembe

Namık Tan'a mektup

1 Mart 2013
Ekselansları Namık Tan,
T.C. Büyükelçisi
2525 Massachusetts Ave. NW
Sayın Büyükelçi,
Palm Beach Yahudi Federasyonu halkla ilişkiler konseyi adına, T.C: Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Siyonizm bir insanlık suçudur" sözleri bizi dehşete düşürdü. Bu, Türkiye İsrail arasında senelerce süregelen, ve Türkiyenin İsrail elçisi olduğunuzda şahsen şahit olduğunuz iyi ilişkilerinin ahlakına gölge düşüren bir beyan. Başbakanın beyanı düşmanca, saldırgan, ve İsrailin meşruiyetini sorgulayarak antisemit duyguları ateşliyor.
Siyonizm, Yahudi halkının ulusal kurtuluşu ve hürriyeti hareketine verilen isimdir. Genellikle katliamlara ve soykırıma atfedilen "insanlık suçu" değildir.
Başbakan, ilk seçildiğinde bölgeye barış getirme arzusunu file getirmiş, ve İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk bile yapmıştı. Fakat son zamanlarda, Başbakan İsraile karşı giderek daha fazla düşmanca bir yaklaşım gösteriyor. Bu son beyanınla başbakan artık İsrail ile devamlı savaş durumunda kalmak isteyen düşmanlarının kullandığı demagojik propaganda yapmaya başladı. Sözleri aşırı haksız ve tehlikeli bir şekilde zararlı. Böyle bir propaganda savaşı yaparak barışa erişilemez.
Türkiye demokratik ülkeler arasında bir lider olmak istiyorsa, bu tavrını değiştirmelidir.
Umarız Başbakan Erdoğan bu sözlerinden dolayı üzünütünü belirtir, ve ileride daha uzlaştırıcı ve olumlu bir tavır takınır.
Saygılarımızla

Namık Tan'a mektup

1 Mart 2013
Ekselansları Namık Tan,
T.C. Büyükelçisi
2525 Massachusetts Ave. NW
Sayın Büyükelçi,
Palm Beach Yahudi Federasyonu halkla ilişkiler konseyi adına, T.C: Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Siyonizm bir insanlık suçudur" sözleri bizi dehşete düşürdü. Bu, Türkiye İsrail arasında senelerce süregelen, ve Türkiyenin İsrail elçisi olduğunuzda şahsen şahit olduğunuz iyi ilişkilerinin ahlakına gölge düşüren bir beyan. Başbakanın beyanı düşmanca, saldırgan, ve İsrailin meşruiyetini sorgulayarak antisemit duyguları ateşliyor.
Siyonizm, Yahudi halkının ulusal kurtuluşu ve hürriyeti hareketine verilen isimdir. Genellikle katliamlara ve soykırıma atfedilen "insanlık suçu" değildir.
Başbakan, ilk seçildiğinde bölgeye barış getirme arzusunu file getirmiş, ve İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk bile yapmıştı. Fakat son zamanlarda, Başbakan İsraile karşı giderek daha fazla düşmanca bir yaklaşım gösteriyor. Bu son beyanınla başbakan artık İsrail ile devamlı savaş durumunda kalmak isteyen düşmanlarının kullandığı demagojik propaganda yapmaya başladı. Sözleri aşırı haksız ve tehlikeli bir şekilde zararlı. Böyle bir propaganda savaşı yaparak barışa erişilemez.
Türkiye demokratik ülkeler arasında bir lider olmak istiyorsa, bu tavrını değiştirmelidir.
Umarız Başbakan Erdoğan bu sözlerinden dolayı üzünütünü belirtir, ve ileride daha uzlaştırıcı ve olumlu bir tavır takınır.
Saygılarımızla

23 Ocak 2013 Çarşamba

Dar Dar Zanga Zanga Libya 3

Bölüm 3
 
Bingazi'den yola çıkalı yaklaşık yarım saat olmuştu. Akdeniz’e paralel uzanan ve libyanın Tunus sınırına kadar giden yolda çölün hemen dibinden ilerliyorduk. Her 3-5 kilometrede kurulan kontrol nokralarında görevli siviller kamyonete bir göz attıktan sonra yolu açıyordu. Biz Bingazi'den uzaklaştıkça çöl sessizliği artıyordu oysa saatte yüz kilometre hızla kargaşanın tam ortasına ilerliyorduk. Hiç tanımadığımız insanlara hayatımızıemanet etmiştik onlarda hiç tanımadıkları insanlar için kendilerini tehlikeye atmışlardı. Bingazi-Ecdebiya arasında kayda değer bir şey yoktu ara sıra çöl kenarına kurulmuş 5-10 haneli köylerin içerisinden geçiyorduk istisnasız her evin çatısında Libya devriminin bayrağı asılıydı. Ara sıra gözümüze çarpan yanmışaraçlar veya tahrip edilmiş tanklar yol kenarını süslüyordu. İlk tanışmanın verdiği sessizlikle 2 saat'e yakın yol aldık. Dün gece tamamen ele geçirilen Ecdebiye'ye ulaşmıştık. Şehrin girişinde yüzlerce silahlı insan vardı. Kaddafi askerlerinden ele geçirdikleri zırhlı araçları tamir etmeye çalışıyorlardı ilk bakışta çapulcu sürüsünü andıran bu insanların gözlerinde düzenli bir orduyuşehirden çıkarmanın gururu vardı. Kameranın kayda girmesi ile sessiz olan alan bir anda karnaval yerine döndü. Silahlarını havaya kaldırarak dans eden gençler dün gece kazandıkları zaferlerini kutluyordu. Cephe hattına yakın bölgeden ilk yayınımı onlarca direnişçinin arasından yaptım. Söylediklerimi anlamasalar da onlardan ve devrimden bahsettiğim kesindi. O anda tüm dünyanın onlarıizlediklerini düşünüyorlardı. Kameranın peşini bir an olsun bırakmayan bu insanlar için yeni bir eğlence çıkmıştı günlerdir cephe hattında çarpışan direnişçiler mutluluklarını göstermenin peşindeydi. Canlı yayında boynuma libya bayrağı asan gençler bir yandan da elime silah tutuşturmanın peşindeydi. Onların sevinçlerini yadırgamıyordum ancak gösterilen ilgi bazen işimizi yapmamıza engel oluyordu. Doğu kapısnın savunma hattını oluşturan direnişcileri geride bırakarak yayının hemen ardından Ecdebiya'nın merkezine geçtik ancakşehirde yapılacak pek fazla bir şey yoktu. Keskin nişancilar nedeni ile kent merkezi terk edilmişti. Dükkanların tamamı kapalıydı ölüm sessizliğine bürünmüş şehirde hiç oyalandamadan cephe hattına doğru yola koyulduk bundan sonraki durak Brega olacaktı. Bir petrol kenti olan Brega'da Kaddafi savunması daha kuvvetliydi Halit şehrin doğu kapısının tamamen ele geçirildiğini söylemişti ancak kentin batısında hala şiddetti çatışmalar vardı. Ekip olarak isteğimiz bir sonraki canlı yayını cepheden yapmaktı çatışmaların ortasından.


Brega’nın doğu girişinde de Ecdebiya’dakine benzer bir görüntü vardı. Onlarca insan bir savunma hattı kurmuştu direnişçiler dışında şehrin batı yakasına geçişlere izin verilmiyordu. Çünkü savaşın en yoğun yaşandığı yer Eski Brega olarak adlandırılan batı kapısıydı. Siyasi kanadın cepheden rapor geçmesi için görevlendirdiği Halit'in izin alması uzun sürmedi bölge komutanıhayati tehlikesinin bulunduğunu hatırlattıktan sonra cepheye geçmemize izin vermişti asıl tehlike bundan sonra başlıyordu. Kimse korktuğunu belli etmese de araçtaki sessizlik her şeyi ele veriyordu doğudan batıya 20-25 kilometre daha gittikten sonra cephe hattına ulaşmıştık. Ortam bir film setini hatırlatsa da yaşananlar tamamen gerçekti. Ardı ardına ateşlenen uçak savarlar savaşın ciddiyetini gösteriyordu. O manzara karşısında verdiğim ilk tepki bir dua olmuştu. Ve o duayı Libya'da olduğum sürece dilimden hiç düşürmedim. '' Allahım ülkeme bu durumu hiç yaşatma.''


Saat akşam 18:00'’i gösterdiğinde yayına girdik. Brega’nın batıkapısında kontrol sağlanmıştı ancak Kaddafi'nin savaş uçakları ara sıra gökyüzünde görünüyor ve uçak savarlar ardı ardına ateşleniyordu. Karşı taraftan gelen havanların düştüğü yerden koca bir toz bulutu havalanıyor bağırış-çağırışların ardında ortalık normale dönüyordu. Yaklaşık 35 dakika cephe hattından yayın yapmıştık TRT-TÜRK görüntüleri uluslararası haber ajansları vasıtası ile tüm dünyaya gönderiliyordu. Yayın bittiğinde Brega'da da tüm kontrol muhaliflerin eline geçmişti. En donanımlı birlikler Raslahuf diye adlandırılan şehre ilerlemek için hazırlıklara başladı. Bizde Ertesi gün onlar ile beraber hareket edecektik bu geceyi Brega'da geçireceğimiz anlamına geliyordu.


Akdeniz'in hemen kıyısında tamamı tek katlı evlerden oluşan küçük bir kasaba görünümündeydi Brega. Genelde kent yakınlarındaki petrol tesislerinde çalışan mühendislerin yaşadığı şehir tıpkı Ecdebiya gibi boşaltılmıştı. İkisi fransız biri ingiliz 3 gazeteciyle birlikte Fathi El Tuwatti isimli bir Libyalının evine gelmiştik. Bir petrol şirketinde çalışan Fathi bizi cephe hattına getiren Halit'inde iyi arkadaşıydı. Biz alışkanlıktan yada yıkın kültürden olsa gerek gösterilen ilgiyi ve hizmeti pek yadırgamadık ancak batılı gazetecilerin şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu. Akşam yenen yemeğin ardından Kenti terk etmemiş olanlar Fathi'nin evinde toplanmışKadafi'nin yaptıkları anlatılıyordu ve her kurulan cümle devrim hakkında ip uçlarıveriyordu. O gece en hararetli konuşmayı yaşı yetmişe dayanmış bir Libyalıyaptı. Yarım ingilizcesi ile önündeki masayı yumruklayarak konuşan yaşlı adam '' Ben ölürüm yerime oğlum o ölür yerine oğlu geçer de artık o katili bir daha buraya sokmayız'' diye haykırıyordu. Adamı anlayan anlamayan herkesin gözleri yaşarıyordu.


Gece hararetli konuşmaların ardından yatabileceğimiz bir başka eve gelmiştik Evin petrol şirketlerinde çalışmak için yurt dışından gelen işçilere ait olduğunu söylemişlerdi. Bu terk edilmiş evde istediğimiz kadar kalabilirdik. İhtiyacımız olan bir minder ve bir battaniyeydi. Evde bundan daha fazlası bile vardı. Onca telaş ve koşuşturmaca ardından yatığımız yer 5 yıldızlı otelden bile rahattı. Hatta dışarıdan gelen roket sesleri bile bu rahatımızı bozmaya yetmedi. Ertesi gün cephede koşuşturmaya devam edecektik.


Brega’yı terk ederken gün yeni ağarıyordu. Akdenizin kokusu ve çöl soğuğu eşliğinde Raslananuf'a doğru ilerliyorduk. Halit'e gelen haberler çok iyi değildi Bir başka Petrol kenti olan Raslanuf'da Kaddafi güçleri kalabalık bir savunma hattı oluşturmuştu ve hava saldırıları muhaliflerin işini zorlaştırıyordu. Yol boyunca yayınları cepheden yapmayı ve Raslanuf ele geçirilirse direnişçiler ile birlikte şehre girmeyi planlamıştık. Ancak Halit'in anlattıklarına göre Raslanuf'u almak kolay olmayacaktı. Belki savaş2-3 gün sürebilirdi. Muhaliflerin ağır silahlarının ve tecrübelerinin olmamasıilerlemeyi güçleştiriyordu hatta iddialara göre Kaddafinin donanımlı ordusu Trablus'tan yola çıkmak üzereydi. Muhalifler orduyu Mızrata'da karşılamak istiyordu ancak imkansızlıklar buna izin vermiyordu. Raslanuf önlerine vardığımızda durumun ciddiyeti ortadaydı. Sık sık düzenlenen hava saldırılarıçöl ortasındaki muhaliflere zor anlar yaşatıyor, savaş uçaklarının bıraktığıbombalar ortalığı toza boğuyor uçak savar sesleri kulakları sağır ediyordu. Breaga'da yaşanan savaştan çok daha fazlası vardı burada. Ambulanslar yaralananları taşıyor, yakınlarımıza havan topları düşüyordu. Ancak tüm bu kargaşaya rağmen cephe hattında kalmakta kararlıydık.


Havanın kararmaya başlaması ile birlikte saldırılarda durulmuştu. Ne muhalifler bir adım ilerleyebilmiş ne de Kaddafi güçleri bir üstünlük kazanmıştı. Her iki tarafın kaybı da çoktu. Aniden bastıran Kum fırtınası akan kanın durmasında yardımcı oldu. Çöl ortasında yüzlerce insan var ama tek ses yoktu. Ve biz Brega'ya geri dönüyorduk. Raslanuf'a girmek ertesi güne kalmıştı.

Bir hafta gel-git ile geçti. Muhaliflerin kenti almak için başlattığı saldırılar güçlü savunmalar ile engellenmişti. Ancak Kaddafi jetlerinin bombardımanı çöl ortasında açık hedef alan silahlı gruplarıyıldırmaya yetmedi. 10 Mart perşembe sabahı petrol'un Akdeniz ile buluşturulduğu kent Raslanuf tamamen muhaliflerin eline geçmişti. Olup bitene çok yakından şahit olsak da Kent girişindeki binlerce boş kovan ve evlerin üzerlerinde tüten duman çatışmaların şiddetini bir kez daha hatırlatıyordu bize. Keskin nişancı korkusu ile eğilerek sadece duvar diplerinden yürüdüğümüz kentte hastaneye girip çıkan ambulansları saymak mümkün değildi. Raslunaf'tan bir sonraki kasaba Bin Cevvat çok daha kanlı çatışmalara sahne oluyordu ve açıkçası biz o cehennemin içerisine girmek istemiyorduk. Hastane önünde beklememizin nedeni ise korkularımızı iki katına çıkarıyordu çünkü önceki gece iki gazeteci vurularak öldürülmüştü. Kaddafi'nin gözümüzü korkutmak için gazetecileri hedef aldığı dedikoduları kulaktan kulağa yayılıyor ve bir çok meslektaşımızı Cephe hattından ayrılarak Bindazi’ye dönüyordu. Trablus'da bulunan arkadaşım Mehmet Akif'in bir hafta önce anlattıkları yavaş yavaşanlaşılmaya başlamıştı. Düzenli bir ordu adım adım üzerimize geliyordu ve ben geri çekilmemekte kararlıydım çünkü muhaliflerin azimli mücadelesinin zafer ile sonuçlanacağına inanıyordum. Savaşçıların bir çoğu ölümü özgürlük olarak görüyordu ve cephede olmalarının tek sebebi de buydu.

DAR DAR ZANGA ZANGA LİBYA II

DAR DAR ZANGA ZANGA LİBYA bölüm 2
 
‘Mahkeme’ şimdiki adıyla ‘Hürriyet’ olan meydandan ‘Katiba’ya’gitmek için ayrılıyoruz. ‘Katiba’ kaddafi’nin binlerce metre kare alan üzerine kurduğu bir karağah. Etrafı dev duvarlar ile çevrili olan bu askeri merkezşehrin kuzeyi ile güneyini’ ikiye ayırıyor, içerisinde cephanelikler ve hapishaneler mevcut. Yeraltına yapılan sorgu merkezleri ‘Katiba’nın neden yüksek duvarlar ardında kurulduğunun ispatı gibi. Askeri karargah barışçıl gösterilerin silahlı çatışmaya dönüştüğü nokta aynı zamanda. Kaddafi’nin Bingazi’de ki bu kalesinin ele geçirilme öyküsü ise ilginç. Daha sonra tanışacağım Halit isimli Libyalı o geceyi göz yaşları içerisinde anlatmıştı.Bir narkotik polisi olan Halit ilk başlarda gösterilere katılmamış ancak paralıaskerlerin kentte katliama başlaması ve 9 yaşındaki yeğeninin öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuş. Halit çöl ortasında bir sohbetimizde o geceyişöyle özetlemişti. ‘Yeğeninin bir uçak savar mermisi ile öldürüldüğünü duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Olayı arkadaşlarıma anlattım 3-5 arkadaş bir araya gelip polis istasyonundan silahlarımızı aldık ve ‘Katiba önünde kaddafi askerlerine ateş açtık sayımız ilk başlarda çok azdı ancak sonraları yüzlerce insan yanımızda toplanmaya başladı. Hiç birinde silah yoktu sadece taşatıyorlar ve şehri, paralı askerlere teslim etmeyeceklerini ispatlar gibi kurşunların önüne atlıyorlardı. Başlattığımız bu mücadeleyi tamamlayacağımıza inanmıyordum ki bir patlama duydum. Karargahın girişi bir araç ile havaya uçurulmuştu yüzlerce insan açılan kapıdan içeriye akın ediyordu. Sanki bir meydan savaşı vardı farklı noktalara mevzilenmiş askerler korkudan silahlarınıbırakıp kaçmaya başlamıştı ve bu halkın ilk zaferi olmuştu. Sonraları bombalısaldırıyı gerçekleştirenin arkadaşım olduğunu öğrendim. Karakoldan aldığıpatlayıcıları aracına doldurmuş ve bizim zafere ulaşmamız için kendini feda etmişti.’’

Katiba’yı ilk gezişimde Halit’in anlattıklarını daha bilmiyordum ancak içerde gördüğüm manzara Bingazi ele geçirilmeden önce en büyük çatışmaların burada yaşandığını ispatlıyordu. Yıkık duvarlar, yanmış araçlar birçok insanın hayatını kaybettiğini gösteriyordu. Katiba’nın ele geçirilmesi devrimin ilk silahlarını kazanmasında da büyük rol oynamış içerde bulunan cephanelikler yağmalanmış ve halka silah dağıtılmaya başlanmış. Kaddafi ordusundan kopan subayların öncülüğü ile Milislerin organize edilmesiyle Bingazi’de oluşturulan küçük birlikler bir sonraki şehre yollanmış. Katiba’yi farklı kılan bir baksa şey ise bingazi haklinin şehirlerinin ortasında bulunan bu dev komplekse ilk kez giriyor olmalarıydı. Bizim gittiğimiz günlerde, Kaddafi’nin evininde bulunduğu Katiba bir mesire yerinden farksızdı aileler çocuk çoluk bu karargaha geliyor her binayı ve odayı tek tek geziyordu en çok dikkat çeken bolum ise tutukluların koyulduğu ve yer altına inşa edilmişsığınaklardı bu sığınakları bizde hayretler içerisinde gezdik. Yerin 3-4 metre altında 2-3 kişinin sığabileceği büyüklükte odalar vardı ve çelik kapılar ile korunuyordu. O gün Katiba’da konuştuğumuz Libyalılar Karargâh ele geçirildiğinde yüzlerce tutuklunun bu sığınaklardan kurtarıldığını iddia etti. Söylediklerine göre aralarında 4-5 senedir kayıp olan insanlarda varmış.Katiba’nın ilerde bir müze olabileceği düşüncesi ile karargahtan ayrılıp şehrin diğer bölgelerini de gezmek istiyorum ancak açıkçası Bingazi’de şehir merkezi dışında pek fazla çatışma izi görmek mümkün değil. Geniş bir alana yayılan ve Anadolunun orta büyüklükteki şehirlerini hatırlatan Bingazi, devrimin başlangıç noktası olsa da ağır silahların kullanıldığı çok büyük çatışmalara sahne olmadı. Daha öncede bahsettiğim gibi hareketliliğin en fazla olduğu yer özgürlük meydanıydı özellikle şehrin kenar mahalleleri tamamen devrim görümünden uzaktı. Dikkat çeken, sokak aralarındaki silahli insanlardı bazen sevinçen bazende hevesten sı sık havaya ates açıyor marşlar söylüyordu hatta mahalle arasında meraktan dinamit patlatan gençlere bile tanık olmuştuk. Halkın büyük bir kısmı için devrim kurtuluş anlamına gelsede bir kısım insanlar ülkede yaşanan karışıklığı bir oyuna çevirmişti. Açıkcasi kameralara konuşup , Kaddafi'ye tehtitler savuranlarda bu ayak takımıydı. Hiç cepheye gitmeselerde saatlerce kahramanlıklarını anlatabilirlerdi. Oysa onlar karışıklığın başladığı ilk günlerde ülkedeki yabancıları hedef almış, tesisleri yağmalamış ve dünya kamuoyunda Bingazi hiç güvenli degil izlenimi yaratmışlardı. Devrimin ilk günlerinde Türk firmalarini yağmalayanlarda bu insanlardı onlar ülkenin menfatinden çok kendi çıkarları için devrimi savunuyorlardı ve kaos ortamının uzun sürmesinden nemalaniyorlardı. Bingazi’de oldugum süre boyunca en çok bu insanlardan korunmaya çalıştım ve kameramiza konuşmalarına izin vermedim. Onlar asla devrimi ve yaşananlari temsil edemezlerdi.

Şehir turunu tamamlayıp Otel’e döndüğümüzde hava kararmak üzereydi Devrimin kalbinden ilk izlenimlerimizi haberleştirmiş Bingazi'nin büyük bir kısmını gözlemlemiştik. Artık yapılması gereken ertesi gün oyalanmadan Ecdebiye’ye yol almaktı. Duyduklarımıza göre kent en geç yarın sabaha kadar Direnişçilerin eline geçecekti çünkü Doğu kapısındaki Kaddafi direnişi kırılmış ve iç taraflara doğru ilerleniyordu. Camilerden yapılan anonslar ile halk cephe hattında yasananlar ile ilgili sıkça bilgilendiriliyordu. Ertesi gün için hazırlıklarımızı tamamlamıştık, rastgele tanıştığımız bir kaç Libyalı bizi Ecdebiya’ya götürmeye razi olmuştu. Tanıştığımız bu insanlar Senusi tarikatı tarafından gazetecilere yardım etmek ile görevlendirilmişlerdi. Cephe hattının çok tehlikeli olduğunu bildikleri halde bir koruma ile birlikte bizi gerekirse Trablus’a kadar götüreceklerine söz vermişlerdi. Libya devrimini bizim için farklı kılan nedenlerden bir tanesi de gazetecilere gösterilen ilgiydi. Öyle ki otellerde kalan gazetecilerden para alınmıyordu. Yolunuzu kesen insanlar sizi evlerine davet ediyor zorla yemek yediriyordu. Baklalarda insanlar çantalarımıza çikolata ve bisküvileri doldurup acıkırsanız yersiniz diye telkinde bulunuyordu. Açıkçası yurt dışında çalışan gazeteciler bu kadar ilgiye pek fazla alışık değildir. Özellikle çatışma alanlarında gazeteciler yerel halk arasında yolunacak tavuk gibi görülür herşeyin fiyatı iki-üç katına çıkarılırdı. Ancak devrim sarhoşluğuna kapılan Libya da durum farklıydı. Petrol istasyonlarında gazetecileri taşıyan araçlardan benzin parası dahi alınmıyordu ara sıra yolunuzu kesen insanlar paraya ihtiyacınız olup olmadığını bile soruyordu. Devrimin ilk başladığı Tunus ve Mısırdan çok farklıydı. Sonradan Türklere bakışları değişecekti ancak özellikle ilk dönemlerde Türk gazetecisiyseniz ilgi iki kat daha fazlaydı. Bir dediğiniz iki edilmiyordu, her şey anında bulunuyor işinizi yapmanız için tüm kolaylıklar sağlanıyordu. Aslinda biz ilgiye Filistinden özellikle Gazze’den alışkındık Türk olmak Arap dünyasinda başlı başına ayrıcalıktı bunu bir kezde Bingazi de görmüş olduk ancak dediğim gibi ilerde bu değişecek bazen Türk kimliğimizi saklamak zorunda kalacaktık.

Otel odasında bir yandan ilk günün muhasebesini yaparken diğer yandan aileme ulaşmaya çalışıyordum. 3,5 yaşındaki kızım ve Eşimi Kudüs gibi sorunlu bir yerde tek başlarına bırakmıştım Libya’ya ulaştığım ilk saatlerden buyana aklımda hep onlar vardı ancak bir türlü arayamamıştım. Allahtan Kudüs büyükelçiliği bölgedeki Türk vatandaşları ile son derece ilgiliydi ve ElciŞakir Özkan Torunlar özel numarasını vermiş bir sorun olursa esimin kendisini her zaman arayabileceğini söylemişti bunun yanı sıra tanıdığımız üç-beş dostun yardımlarını esirgemeyeceğinden emindim. Gerçi esimin yurt dışı tecrübesi ve yabancı dilleri onlar için büyük bir garantiydi ancak yine insan geride bıraktıklarını düşünmeden edemiyordu. Libya’ya gitmem gerektiğini söylediğimde en büyük desteği eşimden almıştım.Zaten benim kariyerim için Filistin’e yerleşerek büyük fedakarlık göstermişti. Ben Libya için son hazırlıklarıyaparken o bizim için bir yol haritası çizmiş biletlerimizi bile almıştı.Aslında itiraf etmeliyim ki Libya’ya sorunsuz ulaşmamızda en büyük yardımı eşim gösterdi. Saatlerce internet başında araştırma yapmış ve en iyi güzergahın Ürdün uzerinden Mısır’ın İskenderiye kenti oradan da otomobil ile Bingazi olduğunu söylemişti. Çünkü Kahire’ye inen gazetecilere sorun çıkarılıyor hatta teknik malzemelere el konuluyordu. Biz İskenderiye’ye indiğimizde benzer bir sorun ile karşılaşmıştık ancak küçük havaalanında gümrük memurlarını Libya’ya gideceğimize ikna etmek kolay olmuştu. En büyük problemi sadece Mısır’lıtaksiciler ile yaşamış ve Sallum sınırına en ucuz fiyat ile gitmek için yaklaşık 2 saat pazarlık yapmıştık. Basta 400 Km için 600 dolar isteyen taksiciyi 100 dolar’a ikna etmek pek de kolay olmasa gerek. İnternetin en büyük problem olduğu ve telefonların çalışmadığı Bingazi’de zorda olsa aileme ulaşmışve ilk günün raporunu vermiştim. İşin benim için zor olan kısmı Türkiye’de ki babamı aramaktı. Libya’ya gittiğimi yola çıktıktan saatler sonra mesaj atarak söylemiştim. Tepkisini tahmin edebiliyordum Kudüs’de yaşamamın bile riskli olduğunu düşünen birisini Libya’ya ikna etmem mümkün değildi. Aradığımda bana kızgın olduğu ses tonundan anladığım babam “ deli” olduğumu düşünüyordu ve ona göre akilli bir insan kargaşanın içine gitmezdi. Ülkede kaldığım sure boyunca hemen hemen her gün aradığım tek kişi babam oldu her seferinde her şeyin normal olduğunu söylesem de o bana değil, izlediği görüntülere inanmayı tercih ediyordu. Aslında en çok ihtiyacım olan şey Annem ve Babamın duasıydı. Her ne kadar bana kızgın olsalar da dualarını eksik etmediklerini çok iyi biliyordum. Artık çocuk sahibi olduğumdan endişelerini anlayabiliyorum, ancak benim için Libya’da olmak bir görevdi ve sonuna kadar kalmaya da kararlıydım.

Hafif küf kokan otel odasında yarının programını çıkarırken ilk gününde özetini yapıyorum. Aslında uzunca bir tarihi birlikteliğimiz olsa da Libya’yı ve Libya halkını çok iyi tanımıyorduk. Oysa Osmanlı İmparatorluğunu en zor dönemlerinde yalnız bırakmamışlardı. Bundan 90-100 yıl öncede benzer senaryolar oynanmıştı petrol cenneti ülkede. Osmanlı imparatorluğunun son döneminde Kuzey Afrika’ya üşüşen kan emiciler yürekli bölge halkının direnişi karşısında akan kanlarını çaldıkları petrol ile durduramayacaklarını anlamıştı.Emperyalist hırslarına ve dönemin sözde dizginlenemeyen savaşteknolojilerine İslam halifesinin tek sözü kafa tutmuştu. O dönem Libya’da direnişin sembolü olan Seyyid Ahmed Eş-Şerif tüm yakın çevresinin itirazlarına ve batının iğrenç rüşvetlerine rağmen İslam Halifesinin emrini geri çeviremem diyerek” Osmanlının cihad çağrısına cevap veren tek Arap liderdi.

İslam dünyasının en önemli yazarlarından Muhammed Esed “Mekke’ye Giden Yol”isimli kitabında Seyyid Ahmed’in bu tutumunu Osmanlıya ve halifeye sadakatine bağlıyordu. Şimdilerde tarih kitaplarımızda her ne kadar ismini göremesekde Libya ve çevresinde cihad ateşini yakan ve batıya kan kusturan Seyyid Ahmed, o dönem İstanbul’a davet edilmiş ve kurtuluş savaşımız sırasında da Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Anadoluyu karış karış gezerek bugünlere ulaşmamızda büyük fayda sağlamıştı.Anadolu halkının tıpkı Libya’da olduğu gibi örgütlenmesinde başı çekmişti. Libya’dan ayrılırken de yerine hepimizin “Çöl Aslanı” olarak bildiği Ömer Muhtar’ı atamıştı.[5] Bize ve tarihimize bu kadar sadık bir millet şimdilerde ise Batı’nın başlarına ördüğü diktatöre karşıdireniyor ve o diktatörün paralı katilleri kendi halkını kana bulamaktan çekinmiyordu. O dönem ellerinde olan tüm imkanlar ile Osmanlıya ve islam davasına sadakatlerini yürekleri ile gösteren bu halka yardım edilmeliydi. Libya halkının gerçek dostlara ihtiyacı vardı ve onlar yılana sarılmadan önce biz elimizden geleni yapmalıydık.

Tüm bu düşünceler ile yatağa gittiğimde saatler gece yarısınıgösteriyordu ve giderek artan silah sesleri Ecdebiya'nın ele geçirildiğini müjdeliyordu Bingazi halkına. Anlaşılan kentin Batı kapısında'da kontrol sağlanmıştı. Bir sonraki hedef Brega olacaktı ancak söylentilere göre kentin önemine binaen Kaddafi güçleri büyük bir savunma hattı için hazırlık yapıyordu. Yarın ilk yayını Ecdebiye yakınlarından yapmalıydık. Bundan sonra adım adım direnişçilerin peşinde olacaktık. Gözlerimi kapadım ve dua ederek uyumaya başladım.Sabah ola hayır ola......

Sabahın İlk saatleri ile birlikte hazırdık otel lobisinde bir kaç kahvaltılık atıştırdıktan sonra bizi almaya gelecek olan Libyalıları beklemeye başladık yolumuz çok uzun sayılmasa da zahmetliydi. Ve cephe hattında neyle karşılaşacağımızı bilemezdik. TRT-TÜRK adına Trablus’da yani Kaddafi'nin kalesinde bulunan arkadaşım Mehmet Akif Ersoy cephe hattına gitmemizi tavsiye etmiyordu ve sürekli '' abi bu adamların ilerlediğine bakma Kaddafi orduyu hazırlıyor buradan çıkarsalar 4 gün içerisinde oradalar bence Bingazi’de bekleyin'' diye sık sık telkinde bulunuyordu ancak Akif'in söyledikleri bana abartılı geliyordu çünkü son 1-2 gün içerisinde şahit olduklarım bu savaşın Trablus da biteceğini gösteriyordu.


Kaldığımız otelden bizi almaya 3 kişi geldi. Yusuf, Ali ve Halit. Yusuf bir firmada mühendis olarak çalışıyordu Ali uzun süre Hollanda'da yaşamış bir iş adamıydı. Halit’se aslen Derne'liydi. Narkotik polisi olan Halit'in uzun kıvırcık saçları Kaddafi’yi andırıyordu Devrim sırasında kendisine cephede yaşananları Muhaliflerin lideri Mustafa Abdülcelil'e rapor etme ve direnişçilerin ihtiyaçlarını belirleme görevi verilmişti. Hayati önem taşıyordu bu görev çünkü o dönem cephe hattından asılsız bilgiler geliyor ve muhaliflerin kafasını karıştırıyordu. Arkadaşlarının anlattığına göre Muhalif liderin en çok güvendiği adamdı Halit. Devrimin silahlı mücadeleye dönüşmesinde önemli katkıları olmuştu ancak şan ve şöhret peşinde değildi. Halit'in sağlam karakterini ilerleyen günlerde daha iyi anlayacaktım.




Dar Dar Zanga Zanga Libya

Libya Günlüğü Bölüm 1

Dar-dar, Zanga-zanga Libya

“Yanımdan geçti koşarak yaşlı bir adam. Elinde baston... Çocuklar yolumu kesti. Dillerinde özgürlük marşları...

Yeni yetme gençler var etrafımda. Omuzlarında mavzerler...Ömer Muhtar'ın torunları hepsi. Geç gelen başkaldırının verdiği sarhoşluk ile özgürlüklerinin peşinden koşturuyor ve bingazi'de ateşlenen özgürlük meşalesi şehirden şehre taşınıyor. Libya’nın gerçek sahipleri tarihlerini yazıyor ve geleceklerini garanti altına almaya çalışıyor.”

Şubat ayının son günlerinde kudüs’ten ayrıldıktan tam 33 saat sonra ulaştık Mısır-Libya sınırındaki Sallum[1]  girişine. Mısır taksilerinin bagajlarını işgal eden lpg tüpleri nedeni ile onca malzeme ile birlikte balık istifi ulaştığımız sınır Somali’de ki mülteci kamplarından farksız görünmüştü bize. Yalvaran gözler ve yarım yamalak ingilizceleri ile ışık etrafında dönen kelebekler gibi zifiri karanlığı aydınlatan kameramız peşinde koşan Bangladeşli mülteciler ülkedeki son durumu bizden öğrenmenin peşindeydi. Oysa biz olup bitenleri onlardan öğrenmek istiyorduk. Sınırda kaldığımız süre boyunca ailelerine yaşadıklarını haber vermek için telefonumu isteyen bangladeşlilerin gözlerindeki sevinç ve dillerindeki dua libya’da kalacağımız süre boyunca etrafımızda bir koruma kalkanı olacaktı. Bunu o gün; telefonda ağlayarak, annesine '' biz iyiyiz merak etme bir daha arayamam'' diyen delikanlının bakışlarından anlamıştım... Onlara göre biz çılgındık. Çünkü apar-topar kaçtıkları cehenneme girebilmek için yoğun çaba harcıyor ve tehlikeleri umursamazlıktan geliyorduk. Mısır polisi şaşkın bakışlar ile libya'ya girişimize onay verdiğinde saatler geceye yaklaşıyordu. Karşı taraf, Sallum'da ki hareketliliğin aksine uçsuz bucaksız ölüm sessizliğine sahipti... Mültecilerin arasından sıyrılıp uzunca bir koridoru onca çanta ile kat edip Libya'ya geçtiğimizde ancak hissedebilmiştik çöl soğuğunu. Hiç tanımadığımız yaşlı bir adamın mercedes marka minibüsüne binip devrimin kalbine, bingazi'ye doğru yola koyulduk. Koca ülkedeki sessizlik sahipsizlik hissi veriyordu. Yol boyunca uyuyamadık. Heyecandan mı, soğuktan mı yoksa korkudan mı hala bilmiyorum. Sallum'dan sonra gece karanlığında bir çölde ne görülebilirse onu gördük. Yol kenarında kerpiçten evler vardı tek düze. Su üzerindeki saman tanelerini andırıyorlardı. Sanki el yordamı ile yapılmışlar ve içlerinde kimse yaşamıyor izlenimi veriyordu... Dokunsan yıkılacak tarzı binalar... İnce uzun yolda soğuğun dışında rahatımızı bozan her 10 km'de bir durdurulduğumuz ve ülkede bir şeylerin ters gittiğinin ispatı olan kontrol noktalarıydı. Civar köylerden toplanan gençlerin ellerindeki silahlar gerçek olmasa hırsız-polis oynadıklarını düşünebilirdik. Aslında sadece otomatik silahları değildi oyunu bozan, gözlerindeki kararlılık ve omuzlarına yükledikleri ''devrim'' heyecanı onları gerçek birer muhafız yapıyordu ve sorsan bölgenin en eğitimli askerleriydiler. Her seferinde taşlardan ördükleri bariyer önünde duran aracımıza bir silüet gibi yaklaşıyor şoförün '' Atrak. Sahafin''[2] sözleriyle yolu açıp arabanın içine doğru '' Miyye Miyye''[3] diye sesleniyorlardı. Daha devrim çok tazeydi ve onlar sınıra yakın bölgeye bir daha kaddafi ve askerlerinin gelmeyeceğinden soğuk gecede nöbet tuttukları kadar emindiler... Tobruk, Derne gibi şehirler ile birlikte onlarca köy ve kasaba kurtarılmıştı. Evlerin çatılarında devrim bayrağı dalgalanıyordu... Hızla yol aldığımız bingazi başkaldırının kalesi olsa da bu topraklardan beslendiği kesindi. Gecenin bir yarısında çölü ve gelip gidenleri denetleyen libya gençliği büyük bir kararlılığın simgesiydi. Onları sokağa iten maceradan daha çok özgürlük hevesiydi. Göğüslerine tutuşturdukları ömer muhtar fotoğrafları kimin izinden gideceklerini gösteriyor, dizlerine bağladıkları kumaş parçaları[4] bu yolda ölene kadar mücadele edeceklerini anlatıyordu. Ölümü bu kadar kabullenmiş insanların arasında durmak korkutuyor bizi ve burada olduğumuz sürece tarihe tanıklık edecek olmak heyecan veriyor. Arap baharının ete kemiğe büründüğü ve kan ile şekillendirilmeye başlandığı libya'da göreceklerim ve yaşayacaklarımın hevesi ile uyumaya çalışıyorum. Derne’yi saran dağları aşarsak bingazi'ye ulaşacağız. İsyanın, başkaldırının ve devrimin kalesi bingazi. Özgürlük meydanını merak ediyorum. Oradaki gençleri ve neler yapabileceklerini...

Yerleştiğimiz otel lobisinde klasik bir hareketlilik var. Kahvaltıya inenler ve lobi ’de kahve yudumlayan yabancılar dışında silahlı libyalılar dikkat çekiyor. Gazetecileri koruma görevi verilen bu insanların elleri tetikte olsa da gözleri sesi sonuna kadar açık olan televizyonda. Ülkelerinde yaşananları anlamaya çalışıyor cephe hattında olup-biteni takip ediyorlar. Ve bu haberleri dünya’ya duyuran gazetecileri koruyor olmaktan dolayı farklı bir gurur taşıyorlar. Devrim için ön saflarda savaşmasalar da önemli bir görev üstlendiklerinin farkında her biri. Bana zarar vermeyeceklerinden emin olduğumdan mı yoksa israil’de silahların gölgesinde yaşamanın verdiği alışkanlıktan mı direnişçilere pek fazla aldırmıyorum. Tek cevabını aradığım soru lobide bulunanlar arasından bana kimin yardım edip etmeyeceği. Çok acil bir telefon hattına ihtiyacım var trt-türk için yayına sadece bir saat var ve biran önce iletişimi sağlamam gerekiyor Libya’dan aktarılacak çok şey var. Artık devrimin merkezindeyiz.

Birkaç denemenin ardından bir telefon hattı buluyorum. Merkeze iletişim numarasını gönderdikten sonra yayın için hazırlıklar başlıyor Otel çatısına Bingazi’yi gören bir noktaya kuruluyoruz şehrin farklı bölgelerinden silah sesleri geliyor biran önce yayını yapıp Bingazi sokaklarına inmek istiyorum şehir merkezinde işimizi bitirip cepheye gitmeliyiz gerçek savaş Bingazi’den 150 kilometre uzaklıktaki Ecdebiye’de yaşanıyor.

Libyalıların gece karanlığında gözlerinde görmekte zorlandığım kararlılığı sabah erken saatlerde fark ediyorum. Kayıtsız şartsız teslim oldukları başkaldırının anlamını ülkeye ulaştıktan saatler sonra anlıyorum. Aslında Bingazi'de hayat normal akışında. Her zamankinden farklı olan Kaddafi döneminde birçok masum insanın yargılandığı, işkence gördüğü hatta öldürüldüğü ''Mahkeme'' binasının hemen önünde toplanan gençlerin dans edip marşlar okuyup şarkılar söylemesi. Mahkeme Binası yüzünü akdeniz’e dönmüş ve denizden 15-20 adım uzaklıkta eski bir yapı. 42yıllık dikta rejimi sırasında içerisinde nelerin yaşandığından kimse tam olarak emin değil. Tek bilinen mahkemenin adalet değil ölüm dağıttığı ve bodrum katlarında infazların gerçekleştirildiği. Dönemin en korkutucu bu binasına devrim sırasında gazeteciler yerleştirilmiş. Amatörde olsa bir basın ofisi oluşturulmuş ve internet sağlanmış. Dünyanın dört bir tarafından gelen gazeteciler bulabildikleri bir köşede ülkelerine haber geçmeye çalışıyor. Bizim içinde Bingazi’de bulunduğum süre boyunca bilgi edinmek için en uygun ortam oldu Mahkeme binası.

Mahkeme binasının hemen önü ise devrimin ilk ateşinin yakıldığı yer. Ayaklanmaların ilk günlerinde Bingazi halkı bu meydanda toplanmaya başlamış ve Kaddafi güçlerinin göstericilere en sert müdahalesi burada yaşanmış. Ölümlere rağmen direnişi bırakmayan bir avuç insan şimdi gururla Bingazi’de kontrolü sağlamanın mutluluğunu yaşıyor. Ara sıra dev hoparlörler ile cephede yaşanan son durum hakkında bilgi veriliyor. Her yapılan açıklamanın ardından kalabalığın ağzından dökülen ‘Alla hu Ekber’ nidaları bir köy ya da kasabanın ele geçirildiğini anlatıyor. Daha 20 gün önce devrimi başlatan gençlik kesin bir zafer kazanacaklarından emin. Kalabalığın coşkulu sesini sadece uçak savarlar bastırıyor ve meydandaki çocuklar devrimin simgesi haline gelmiş zırhlı araçlar üzerinde Ömer Muhtar’ın miras bıraktığı bayrağı dalgalandırıyor. Kameramıza konuşmak için birbirleri ile yarışan gençler ‘Artık korkmuyoruz Kaddafi, ölmeye ve öldürmeye geliyoruz’ haykırışları ile kararlılıklarını ispat etme yarışında. Kısa sürede meydandaki coşku beni de sarıyor ve Libya halkının gerçek bir devrim peşinde koştuğuna inanıyorum. Gördüklerim karşısındaki inancım yayınlarıma yansıyor sık sık zaferin yakın olduğunu ve bu insanların asla vazgeçmeyeceklerini anlatıyorum. Her yayından sonra Trablus’u mesken tutmuş arkadaşım Mehmet Akif Ersoy ile uzun uzun konuşuyoruz, devrimin sonuçsuz kalacağını söylüyor ve Kaddafi’nin hala ne kadar güçlü olduğunu anlatıyordu. Akif’e inanmak istemedim gördüklerim benim için her şeyi özetliyordu, bana göre Kadafi Trablustaki gazetecilerin gözünü boyamıştı ve onlar resme yukarıdan bakamıyorlardı oysa ilerleyen tarihte Mehmet Akif’e hak verecektim ve onun anlattıklarının resmi tamamladığını itiraf edecektim.

 


[1] Mısır Libya sınırındaki kasaba
[2] Türk-Gazeteci
[3] Yüzde yüz
[4] Libyada Eskiden kalma adetç Teslim olmayacaklarının simgesi
[5] Muhammed Esed (2011) ‘’Mekkeye Giden Yol’’. İnsan Yayınları s.416

A CUL-DE-SAC IN ISRAEL


’s critical election has come to a close. The decision for the 1948 Arabs to also visit the election polls worked to distinctively increase the number of votes.

Written by Fatih Er / Ahaber,
The i media has attempted to emphasize the reason behind this attendance to be the ever-so evident democracy within the country and has been displaying efforts to explain to the West just how far they have come. Meanwhile, the higher number of voters did not work to negate the expected election results. The Israeli Right did indeed seize the majority of the seats in Parliament. However, this does not necessarily mean that they will be able to establish a government on their own.
According to the results, 's 'Likud Beiteinu' alliance, joined by rightist parties, has secured 62 seats. The leftist parties, which include the Yesh Atid party, founded by former journalist Yair Lapid who decided to enter politics in the year 2012, have 46 seats altogether. According to this arithmetic, in the days to come there may be some serious huckstering taking place in Israeli politics.
Netanyahu, who was able to win the elections as the leading party and is a master at parliamentary calculations while also having the power of negotiation, will most probably take on the role of establishing the new Israeli government.
However, this does not mean that Netanyahu will be knocking on the doors of the rightist parties all at once. The reason being, that many pressing issues, spanning from establishing permanent peace with Palestine, to relations with other regional countries including the matter of issuing an apology to Turkey, will depend on the coalitions that Netanyahu will choose. Netanyahu will not be able to overcome all of these issues with Habayit Hayehudi aka The Jewish Home and the ultra-orthodox Shas, which are both the extremist wings and home to ultra-nationalist rightist militants that are fully committed to Jewish religious laws. Nor will Netanyahu be able to go on with one leftist and two rightist parties or conversely two leftist and one rightist party. It seems absolutely impossible for these parties, who maintain completely adversary opinions, to be able to bring the extreme points of both sides together to attempt to reach solutions to problems in Israel that have become entirely chronic.
If Netanyahu solely knocks on the doors of the rightist parties in an attempt to establish a government with them, regional problems will only double. Hatora, which does not want the establishment of a Palestinian State under any circumstances and Hayehudi and Shas, which desire for all Arabs to be banished and for the Jewish religious law to be adopted as the nation's fundamental principles, will not only incite the Palestinian problem but it will also be the precursor of a probable clash with Iran. At the same time, a radical government will only increase the problems along the southern border of the country; in other words with Egypt, which is currently undergoing critical decisions itself regarding change in the Sinai region. Under such circumstances, there is no need to even discuss the future of Gaza. Even though Netanyahu may decide on a coalition with a rightist party, they will not be able to do anything without Saul Mofaz, in other words, the Kadima party. Mofaz, who previously managed to join a coalition with Netanyahu for a period of five weeks, has two members in parliament. At this stage, the party will never accept a coalition unless it overtakes the Ministry of Defense.
According to the terms laid before us, it seems that every day there may be new political tableaus formed and a variety of interesting scenarios may surface within Israeli politics. Eventually a government will be formed. This may even result in Israeli politicians handing over their principles of harboring a nauseating love for power. Who knows, perhaps we may come across a similar coalition in Israel that resembles the DSP-MHP and ANAP coalition which led Turkey once upon a time.