23 Ocak 2013 Çarşamba

Dar Dar Zanga Zanga Libya

Libya Günlüğü Bölüm 1

Dar-dar, Zanga-zanga Libya

“Yanımdan geçti koşarak yaşlı bir adam. Elinde baston... Çocuklar yolumu kesti. Dillerinde özgürlük marşları...

Yeni yetme gençler var etrafımda. Omuzlarında mavzerler...Ömer Muhtar'ın torunları hepsi. Geç gelen başkaldırının verdiği sarhoşluk ile özgürlüklerinin peşinden koşturuyor ve bingazi'de ateşlenen özgürlük meşalesi şehirden şehre taşınıyor. Libya’nın gerçek sahipleri tarihlerini yazıyor ve geleceklerini garanti altına almaya çalışıyor.”

Şubat ayının son günlerinde kudüs’ten ayrıldıktan tam 33 saat sonra ulaştık Mısır-Libya sınırındaki Sallum[1]  girişine. Mısır taksilerinin bagajlarını işgal eden lpg tüpleri nedeni ile onca malzeme ile birlikte balık istifi ulaştığımız sınır Somali’de ki mülteci kamplarından farksız görünmüştü bize. Yalvaran gözler ve yarım yamalak ingilizceleri ile ışık etrafında dönen kelebekler gibi zifiri karanlığı aydınlatan kameramız peşinde koşan Bangladeşli mülteciler ülkedeki son durumu bizden öğrenmenin peşindeydi. Oysa biz olup bitenleri onlardan öğrenmek istiyorduk. Sınırda kaldığımız süre boyunca ailelerine yaşadıklarını haber vermek için telefonumu isteyen bangladeşlilerin gözlerindeki sevinç ve dillerindeki dua libya’da kalacağımız süre boyunca etrafımızda bir koruma kalkanı olacaktı. Bunu o gün; telefonda ağlayarak, annesine '' biz iyiyiz merak etme bir daha arayamam'' diyen delikanlının bakışlarından anlamıştım... Onlara göre biz çılgındık. Çünkü apar-topar kaçtıkları cehenneme girebilmek için yoğun çaba harcıyor ve tehlikeleri umursamazlıktan geliyorduk. Mısır polisi şaşkın bakışlar ile libya'ya girişimize onay verdiğinde saatler geceye yaklaşıyordu. Karşı taraf, Sallum'da ki hareketliliğin aksine uçsuz bucaksız ölüm sessizliğine sahipti... Mültecilerin arasından sıyrılıp uzunca bir koridoru onca çanta ile kat edip Libya'ya geçtiğimizde ancak hissedebilmiştik çöl soğuğunu. Hiç tanımadığımız yaşlı bir adamın mercedes marka minibüsüne binip devrimin kalbine, bingazi'ye doğru yola koyulduk. Koca ülkedeki sessizlik sahipsizlik hissi veriyordu. Yol boyunca uyuyamadık. Heyecandan mı, soğuktan mı yoksa korkudan mı hala bilmiyorum. Sallum'dan sonra gece karanlığında bir çölde ne görülebilirse onu gördük. Yol kenarında kerpiçten evler vardı tek düze. Su üzerindeki saman tanelerini andırıyorlardı. Sanki el yordamı ile yapılmışlar ve içlerinde kimse yaşamıyor izlenimi veriyordu... Dokunsan yıkılacak tarzı binalar... İnce uzun yolda soğuğun dışında rahatımızı bozan her 10 km'de bir durdurulduğumuz ve ülkede bir şeylerin ters gittiğinin ispatı olan kontrol noktalarıydı. Civar köylerden toplanan gençlerin ellerindeki silahlar gerçek olmasa hırsız-polis oynadıklarını düşünebilirdik. Aslında sadece otomatik silahları değildi oyunu bozan, gözlerindeki kararlılık ve omuzlarına yükledikleri ''devrim'' heyecanı onları gerçek birer muhafız yapıyordu ve sorsan bölgenin en eğitimli askerleriydiler. Her seferinde taşlardan ördükleri bariyer önünde duran aracımıza bir silüet gibi yaklaşıyor şoförün '' Atrak. Sahafin''[2] sözleriyle yolu açıp arabanın içine doğru '' Miyye Miyye''[3] diye sesleniyorlardı. Daha devrim çok tazeydi ve onlar sınıra yakın bölgeye bir daha kaddafi ve askerlerinin gelmeyeceğinden soğuk gecede nöbet tuttukları kadar emindiler... Tobruk, Derne gibi şehirler ile birlikte onlarca köy ve kasaba kurtarılmıştı. Evlerin çatılarında devrim bayrağı dalgalanıyordu... Hızla yol aldığımız bingazi başkaldırının kalesi olsa da bu topraklardan beslendiği kesindi. Gecenin bir yarısında çölü ve gelip gidenleri denetleyen libya gençliği büyük bir kararlılığın simgesiydi. Onları sokağa iten maceradan daha çok özgürlük hevesiydi. Göğüslerine tutuşturdukları ömer muhtar fotoğrafları kimin izinden gideceklerini gösteriyor, dizlerine bağladıkları kumaş parçaları[4] bu yolda ölene kadar mücadele edeceklerini anlatıyordu. Ölümü bu kadar kabullenmiş insanların arasında durmak korkutuyor bizi ve burada olduğumuz sürece tarihe tanıklık edecek olmak heyecan veriyor. Arap baharının ete kemiğe büründüğü ve kan ile şekillendirilmeye başlandığı libya'da göreceklerim ve yaşayacaklarımın hevesi ile uyumaya çalışıyorum. Derne’yi saran dağları aşarsak bingazi'ye ulaşacağız. İsyanın, başkaldırının ve devrimin kalesi bingazi. Özgürlük meydanını merak ediyorum. Oradaki gençleri ve neler yapabileceklerini...

Yerleştiğimiz otel lobisinde klasik bir hareketlilik var. Kahvaltıya inenler ve lobi ’de kahve yudumlayan yabancılar dışında silahlı libyalılar dikkat çekiyor. Gazetecileri koruma görevi verilen bu insanların elleri tetikte olsa da gözleri sesi sonuna kadar açık olan televizyonda. Ülkelerinde yaşananları anlamaya çalışıyor cephe hattında olup-biteni takip ediyorlar. Ve bu haberleri dünya’ya duyuran gazetecileri koruyor olmaktan dolayı farklı bir gurur taşıyorlar. Devrim için ön saflarda savaşmasalar da önemli bir görev üstlendiklerinin farkında her biri. Bana zarar vermeyeceklerinden emin olduğumdan mı yoksa israil’de silahların gölgesinde yaşamanın verdiği alışkanlıktan mı direnişçilere pek fazla aldırmıyorum. Tek cevabını aradığım soru lobide bulunanlar arasından bana kimin yardım edip etmeyeceği. Çok acil bir telefon hattına ihtiyacım var trt-türk için yayına sadece bir saat var ve biran önce iletişimi sağlamam gerekiyor Libya’dan aktarılacak çok şey var. Artık devrimin merkezindeyiz.

Birkaç denemenin ardından bir telefon hattı buluyorum. Merkeze iletişim numarasını gönderdikten sonra yayın için hazırlıklar başlıyor Otel çatısına Bingazi’yi gören bir noktaya kuruluyoruz şehrin farklı bölgelerinden silah sesleri geliyor biran önce yayını yapıp Bingazi sokaklarına inmek istiyorum şehir merkezinde işimizi bitirip cepheye gitmeliyiz gerçek savaş Bingazi’den 150 kilometre uzaklıktaki Ecdebiye’de yaşanıyor.

Libyalıların gece karanlığında gözlerinde görmekte zorlandığım kararlılığı sabah erken saatlerde fark ediyorum. Kayıtsız şartsız teslim oldukları başkaldırının anlamını ülkeye ulaştıktan saatler sonra anlıyorum. Aslında Bingazi'de hayat normal akışında. Her zamankinden farklı olan Kaddafi döneminde birçok masum insanın yargılandığı, işkence gördüğü hatta öldürüldüğü ''Mahkeme'' binasının hemen önünde toplanan gençlerin dans edip marşlar okuyup şarkılar söylemesi. Mahkeme Binası yüzünü akdeniz’e dönmüş ve denizden 15-20 adım uzaklıkta eski bir yapı. 42yıllık dikta rejimi sırasında içerisinde nelerin yaşandığından kimse tam olarak emin değil. Tek bilinen mahkemenin adalet değil ölüm dağıttığı ve bodrum katlarında infazların gerçekleştirildiği. Dönemin en korkutucu bu binasına devrim sırasında gazeteciler yerleştirilmiş. Amatörde olsa bir basın ofisi oluşturulmuş ve internet sağlanmış. Dünyanın dört bir tarafından gelen gazeteciler bulabildikleri bir köşede ülkelerine haber geçmeye çalışıyor. Bizim içinde Bingazi’de bulunduğum süre boyunca bilgi edinmek için en uygun ortam oldu Mahkeme binası.

Mahkeme binasının hemen önü ise devrimin ilk ateşinin yakıldığı yer. Ayaklanmaların ilk günlerinde Bingazi halkı bu meydanda toplanmaya başlamış ve Kaddafi güçlerinin göstericilere en sert müdahalesi burada yaşanmış. Ölümlere rağmen direnişi bırakmayan bir avuç insan şimdi gururla Bingazi’de kontrolü sağlamanın mutluluğunu yaşıyor. Ara sıra dev hoparlörler ile cephede yaşanan son durum hakkında bilgi veriliyor. Her yapılan açıklamanın ardından kalabalığın ağzından dökülen ‘Alla hu Ekber’ nidaları bir köy ya da kasabanın ele geçirildiğini anlatıyor. Daha 20 gün önce devrimi başlatan gençlik kesin bir zafer kazanacaklarından emin. Kalabalığın coşkulu sesini sadece uçak savarlar bastırıyor ve meydandaki çocuklar devrimin simgesi haline gelmiş zırhlı araçlar üzerinde Ömer Muhtar’ın miras bıraktığı bayrağı dalgalandırıyor. Kameramıza konuşmak için birbirleri ile yarışan gençler ‘Artık korkmuyoruz Kaddafi, ölmeye ve öldürmeye geliyoruz’ haykırışları ile kararlılıklarını ispat etme yarışında. Kısa sürede meydandaki coşku beni de sarıyor ve Libya halkının gerçek bir devrim peşinde koştuğuna inanıyorum. Gördüklerim karşısındaki inancım yayınlarıma yansıyor sık sık zaferin yakın olduğunu ve bu insanların asla vazgeçmeyeceklerini anlatıyorum. Her yayından sonra Trablus’u mesken tutmuş arkadaşım Mehmet Akif Ersoy ile uzun uzun konuşuyoruz, devrimin sonuçsuz kalacağını söylüyor ve Kaddafi’nin hala ne kadar güçlü olduğunu anlatıyordu. Akif’e inanmak istemedim gördüklerim benim için her şeyi özetliyordu, bana göre Kadafi Trablustaki gazetecilerin gözünü boyamıştı ve onlar resme yukarıdan bakamıyorlardı oysa ilerleyen tarihte Mehmet Akif’e hak verecektim ve onun anlattıklarının resmi tamamladığını itiraf edecektim.

 


[1] Mısır Libya sınırındaki kasaba
[2] Türk-Gazeteci
[3] Yüzde yüz
[4] Libyada Eskiden kalma adetç Teslim olmayacaklarının simgesi
[5] Muhammed Esed (2011) ‘’Mekkeye Giden Yol’’. İnsan Yayınları s.416

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder