Libya Günlüğü Bölüm 1
Dar-dar, Zanga-zanga Libya
“Yanımdan geçti koşarak yaşlı bir adam. Elinde baston...
Çocuklar yolumu kesti. Dillerinde özgürlük marşları...
Yeni yetme gençler var etrafımda. Omuzlarında mavzerler...Ömer
Muhtar'ın torunları hepsi. Geç gelen başkaldırının verdiği sarhoşluk ile
özgürlüklerinin peşinden koşturuyor ve bingazi'de ateşlenen özgürlük meşalesi
şehirden şehre taşınıyor. Libya’nın gerçek sahipleri tarihlerini yazıyor ve
geleceklerini garanti altına almaya çalışıyor.”
Şubat ayının son günlerinde kudüs’ten ayrıldıktan tam 33 saat
sonra ulaştık Mısır-Libya sınırındaki Sallum[1] girişine. Mısır taksilerinin bagajlarını işgal
eden lpg tüpleri nedeni ile onca malzeme ile birlikte balık istifi ulaştığımız
sınır Somali’de ki mülteci kamplarından farksız görünmüştü bize. Yalvaran
gözler ve yarım yamalak ingilizceleri ile ışık etrafında dönen kelebekler gibi
zifiri karanlığı aydınlatan kameramız peşinde koşan Bangladeşli mülteciler
ülkedeki son durumu bizden öğrenmenin peşindeydi. Oysa biz olup bitenleri
onlardan öğrenmek istiyorduk. Sınırda kaldığımız süre boyunca ailelerine
yaşadıklarını haber vermek için telefonumu isteyen bangladeşlilerin
gözlerindeki sevinç ve dillerindeki dua libya’da kalacağımız süre boyunca
etrafımızda bir koruma kalkanı olacaktı. Bunu o gün; telefonda ağlayarak,
annesine '' biz iyiyiz merak etme bir daha arayamam'' diyen delikanlının
bakışlarından anlamıştım... Onlara göre biz çılgındık. Çünkü apar-topar
kaçtıkları cehenneme girebilmek için yoğun çaba harcıyor ve tehlikeleri
umursamazlıktan geliyorduk. Mısır polisi şaşkın bakışlar ile libya'ya
girişimize onay verdiğinde saatler geceye yaklaşıyordu. Karşı taraf, Sallum'da
ki hareketliliğin aksine uçsuz bucaksız ölüm sessizliğine sahipti...
Mültecilerin arasından sıyrılıp uzunca bir koridoru onca çanta ile kat edip
Libya'ya geçtiğimizde ancak hissedebilmiştik çöl soğuğunu. Hiç tanımadığımız
yaşlı bir adamın mercedes marka minibüsüne binip devrimin kalbine, bingazi'ye
doğru yola koyulduk. Koca ülkedeki sessizlik sahipsizlik hissi veriyordu. Yol boyunca
uyuyamadık. Heyecandan mı, soğuktan mı yoksa korkudan mı hala bilmiyorum.
Sallum'dan sonra gece karanlığında bir çölde ne görülebilirse onu gördük. Yol
kenarında kerpiçten evler vardı tek düze. Su üzerindeki saman tanelerini
andırıyorlardı. Sanki el yordamı ile yapılmışlar ve içlerinde kimse yaşamıyor
izlenimi veriyordu... Dokunsan yıkılacak tarzı binalar... İnce uzun yolda
soğuğun dışında rahatımızı bozan her 10 km'de bir durdurulduğumuz ve ülkede bir
şeylerin ters gittiğinin ispatı olan kontrol noktalarıydı. Civar köylerden
toplanan gençlerin ellerindeki silahlar gerçek olmasa hırsız-polis
oynadıklarını düşünebilirdik. Aslında sadece otomatik silahları değildi oyunu
bozan, gözlerindeki kararlılık ve omuzlarına yükledikleri ''devrim'' heyecanı
onları gerçek birer muhafız yapıyordu ve sorsan bölgenin en eğitimli
askerleriydiler. Her seferinde taşlardan ördükleri bariyer önünde duran
aracımıza bir silüet gibi yaklaşıyor şoförün '' Atrak. Sahafin''[2] sözleriyle yolu açıp
arabanın içine doğru '' Miyye Miyye''[3] diye sesleniyorlardı. Daha
devrim çok tazeydi ve onlar sınıra yakın bölgeye bir daha kaddafi ve
askerlerinin gelmeyeceğinden soğuk gecede nöbet tuttukları kadar emindiler...
Tobruk, Derne gibi şehirler ile birlikte onlarca köy ve kasaba kurtarılmıştı.
Evlerin çatılarında devrim bayrağı dalgalanıyordu... Hızla yol aldığımız
bingazi başkaldırının kalesi olsa da bu topraklardan beslendiği kesindi.
Gecenin bir yarısında çölü ve gelip gidenleri denetleyen libya gençliği büyük
bir kararlılığın simgesiydi. Onları sokağa iten maceradan daha çok özgürlük
hevesiydi. Göğüslerine tutuşturdukları ömer muhtar fotoğrafları kimin izinden
gideceklerini gösteriyor, dizlerine bağladıkları kumaş parçaları[4] bu yolda ölene kadar
mücadele edeceklerini anlatıyordu. Ölümü bu kadar kabullenmiş insanların
arasında durmak korkutuyor bizi ve burada olduğumuz sürece tarihe tanıklık
edecek olmak heyecan veriyor. Arap baharının ete kemiğe büründüğü ve kan ile
şekillendirilmeye başlandığı libya'da göreceklerim ve yaşayacaklarımın hevesi
ile uyumaya çalışıyorum. Derne’yi saran dağları aşarsak bingazi'ye ulaşacağız.
İsyanın, başkaldırının ve devrimin kalesi bingazi. Özgürlük meydanını merak
ediyorum. Oradaki gençleri ve neler yapabileceklerini...
Yerleştiğimiz otel lobisinde klasik bir hareketlilik var.
Kahvaltıya inenler ve lobi ’de kahve yudumlayan yabancılar dışında silahlı
libyalılar dikkat çekiyor. Gazetecileri koruma görevi verilen bu insanların
elleri tetikte olsa da gözleri sesi sonuna kadar açık olan televizyonda.
Ülkelerinde yaşananları anlamaya çalışıyor cephe hattında olup-biteni takip
ediyorlar. Ve bu haberleri dünya’ya duyuran gazetecileri koruyor olmaktan
dolayı farklı bir gurur taşıyorlar. Devrim için ön saflarda savaşmasalar da
önemli bir görev üstlendiklerinin farkında her biri. Bana zarar
vermeyeceklerinden emin olduğumdan mı yoksa israil’de silahların gölgesinde
yaşamanın verdiği alışkanlıktan mı direnişçilere pek fazla aldırmıyorum. Tek
cevabını aradığım soru lobide bulunanlar arasından bana kimin yardım edip
etmeyeceği. Çok acil bir telefon hattına ihtiyacım var trt-türk için yayına
sadece bir saat var ve biran önce iletişimi sağlamam gerekiyor Libya’dan
aktarılacak çok şey var. Artık devrimin merkezindeyiz.
Birkaç denemenin ardından bir telefon hattı buluyorum. Merkeze iletişim
numarasını gönderdikten sonra yayın için hazırlıklar başlıyor Otel çatısına
Bingazi’yi gören bir noktaya kuruluyoruz şehrin farklı bölgelerinden silah
sesleri geliyor biran önce yayını yapıp Bingazi sokaklarına inmek istiyorum
şehir merkezinde işimizi bitirip cepheye gitmeliyiz gerçek savaş Bingazi’den
150 kilometre uzaklıktaki Ecdebiye’de yaşanıyor.
Libyalıların gece karanlığında gözlerinde görmekte zorlandığım
kararlılığı sabah erken saatlerde fark ediyorum. Kayıtsız şartsız teslim
oldukları başkaldırının anlamını ülkeye ulaştıktan saatler sonra anlıyorum.
Aslında Bingazi'de hayat normal akışında. Her zamankinden farklı olan Kaddafi
döneminde birçok masum insanın yargılandığı, işkence gördüğü hatta öldürüldüğü
''Mahkeme'' binasının hemen önünde toplanan gençlerin dans edip marşlar okuyup
şarkılar söylemesi. Mahkeme Binası yüzünü akdeniz’e dönmüş ve denizden 15-20
adım uzaklıkta eski bir yapı. 42yıllık dikta rejimi sırasında içerisinde
nelerin yaşandığından kimse tam olarak emin değil. Tek bilinen mahkemenin
adalet değil ölüm dağıttığı ve bodrum katlarında infazların gerçekleştirildiği.
Dönemin en korkutucu bu binasına devrim sırasında gazeteciler yerleştirilmiş.
Amatörde olsa bir basın ofisi oluşturulmuş ve internet sağlanmış. Dünyanın dört
bir tarafından gelen gazeteciler bulabildikleri bir köşede ülkelerine haber
geçmeye çalışıyor. Bizim içinde Bingazi’de bulunduğum süre boyunca bilgi
edinmek için en uygun ortam oldu Mahkeme binası.
Mahkeme binasının hemen önü ise devrimin ilk ateşinin yakıldığı
yer. Ayaklanmaların ilk günlerinde Bingazi halkı bu meydanda toplanmaya
başlamış ve Kaddafi güçlerinin göstericilere en sert müdahalesi burada
yaşanmış. Ölümlere rağmen direnişi bırakmayan bir avuç insan şimdi gururla
Bingazi’de kontrolü sağlamanın mutluluğunu yaşıyor. Ara sıra dev hoparlörler
ile cephede yaşanan son durum hakkında bilgi veriliyor. Her yapılan açıklamanın
ardından kalabalığın ağzından dökülen ‘Alla hu Ekber’ nidaları bir köy ya da
kasabanın ele geçirildiğini anlatıyor. Daha 20 gün önce devrimi başlatan
gençlik kesin bir zafer kazanacaklarından emin. Kalabalığın coşkulu sesini
sadece uçak savarlar bastırıyor ve meydandaki çocuklar devrimin simgesi haline
gelmiş zırhlı araçlar üzerinde Ömer Muhtar’ın miras bıraktığı bayrağı
dalgalandırıyor. Kameramıza konuşmak için birbirleri ile yarışan gençler ‘Artık
korkmuyoruz Kaddafi, ölmeye ve öldürmeye geliyoruz’ haykırışları ile
kararlılıklarını ispat etme yarışında. Kısa sürede meydandaki coşku beni de
sarıyor ve Libya halkının gerçek bir devrim peşinde koştuğuna inanıyorum.
Gördüklerim karşısındaki inancım yayınlarıma yansıyor sık sık zaferin yakın
olduğunu ve bu insanların asla vazgeçmeyeceklerini anlatıyorum. Her yayından
sonra Trablus’u mesken tutmuş arkadaşım Mehmet Akif Ersoy ile uzun uzun konuşuyoruz,
devrimin sonuçsuz kalacağını söylüyor ve Kaddafi’nin hala ne kadar güçlü
olduğunu anlatıyordu. Akif’e inanmak istemedim gördüklerim benim için her şeyi
özetliyordu, bana göre Kadafi Trablustaki gazetecilerin gözünü boyamıştı ve
onlar resme yukarıdan bakamıyorlardı oysa ilerleyen tarihte Mehmet Akif’e hak
verecektim ve onun anlattıklarının resmi tamamladığını itiraf edecektim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder